12 Aralık 2013 Perşembe

Sevdiklerinizi Arayın!

Aylar sonra bu kadar acıklı bir hikaye ile bloga dönüş yapmak istemezdim elbet! Neden bunca zamandır yazmadığımı daha sonra açıklarım. Bu konuda kendime yeteri kadar kızgınım zaten. Bundan sonra inşallah daha fazla birlikte olabileceğiz.


Ama az önce Opera sanatçısı Hakan Aysev'in anlattığı bir hikayeyi dinledim. Ve işte o an koptu bende tüm kayışlar. Bu hikayeye benzer hikayeler var etrafımda. Bu nedenle belki de bu hikaye beni bu kadar derinden etkiledi sabah sabah...

Hikaye şöyle...

Hakan Aysev, babası ile 13 sene boyunca görüşmemiş ve bu dönem çocukluk dönemini kapsıyor. Sonra Hakan bey büyümüş ve bir dolu başarı elde etmiş sanat hayatında. Muhteşem sesi malumunuz... Bir gün araba ile "bir güvercine çarpmamak" için kaza yapmış ve arabası ile taklalar atarak ölümden dönmüş. Ve o ölüm anında hep bahsedilen hayatın film şeridi gibi gözünün önünden geçme olayını yaşamış. Ve kendisi diyor ki, "o an gözümün önünden eşim, çocuğum, sevdiklerim,tüm hayatım ve "babam" geçti." Sonra karar verdim babamı arayıp bulmaya. Babamın telefon numarasını buldum, aradım. Telefonda konuştuktan sonra Çınarcık'da oturduğunu öğrendim, "görüşelim baba" dedim. O da "gel oğlum" dedi. Ve ertesi gün Çınarcık iskelesinden babam beni karşıladı. Evine gittik yemek yedik, kadayıfı çok güzel yapardı, kadayıf yedik beraber. Sonra koca koca adamlar birbirmize sarılarak yattık o akşam. Ve ben ertesi gün Bodrum'a geri döndüm. Çok güzel ve özeldi benim için. Ama döndükten bir akşam sonra"ölüm" haberini aldım babamın!

İşte böyle bir hikaye beni şuan aylar sonra buraya yazdırtan!

Hayat çok kısa denen o klişe laf var ya işte tam da bunun için söylenmiş olmalı. Hayatta yaşarken kızgınlıklar, kırgınlıklar, inatlaşmalar ve kinler arasında büyük bir kavga veriyoruz hepimiz çoğu zaman. Bu kavgalarımızın arasında annemiz, babamız, kardeşlerimiz çok sevdiğimiz yakınlarımız da giriyor. Küskünlükler, seneler süren görüşmemeler, taraflı anlatımlar bunların hepsi bir insanın hayatını nasıl etkiliyor görüyor musunuz?

Geçen koskoca 13 sene! Geri getirelemez telafisi olmayan bir 13 sene! Sonra tam buldum derken yaşanan buz gibi bir ölüm!

Bence bu hikayeden çıkartılacak, "herkese göre çıkartılacak" çok gerçek dersler var. Bu yazıyı okuyan yakınlarım, dostlarım, canlarım, takipçilerim... Bu hayatta "keşke" lafını kullanmak kimse istemiyor değil mi?

O zaman neden bu kadar heveslisiniz bu lafı kullanmaya? Neden bu öfkeniz, kininiz, kıskançlığınız ve fesatlığınız birbirinize karşı? Neden gurur ve kibir denen alçak duygunuzu yenemiyorsunuz? Hani siz çok güçlüsünüz ve o gücünüz ile dağları bile delersiniz ya... Neden sevdiklerinize kucak açmak bu kadar zor? Neden bu en yakınınıza kininiz, öfkeniz? O sizin anneniz, o sizin babanız, o sizin kardeşiniz, o sizin çocuğunuz, o sizin dostunuz, o sizin ....! Bu noktaları siz doldurun!

Ve artık itiraf edin! Bu hayatta yalnız kalmamak adına değil gerçekten istediğiniz ve sevdiğiniz insanları sevin! Ve unutmayın ki bu hayatta uzattığınız elinizi hiçbir yakınınız sonsuza kadar geri çeviremez!

Hayatın öfkesinden bir an olsun kurtulmak bu kadar zor olmamalı. Ne yaşarsanız yaşayın, ne duyarsanız duyun! Başkalarınınki ile değil kendi aklınızla gidin sevdiklerinizin yanına. Çünkü bazen herşey için çok geç kalmış olabilirsiniz. Hayat sonrasında size bir şans daha vermeyecek.

İşte bu yüzden tam da bu yüzden kendinize gelin ve kimseyi ama kimseyi bilmeden yargılamayın! Ve öfkenizi, fesatlığınızı yenin ki işte o zaman en büyük siz olun! İşte o zaman saygı değer, işte o zaman sevilesi, işte o zaman tatlı mı tatlı bir insan olun!

İşte böyle...

Gözde

21 Eylül 2013 Cumartesi

Küçük Dünyaların Büyük İnsanları...

Bugün günlerden Cumartesi... Tüm miskinliğimi dolunay ile birlikte üstümden atarak yeniden buradayım... 

Bu aralar her yerde büyük insanlar görüyorum... Ama küçük dünyaları olan büyük insanlar...


Küçücük bir fanusun içinde dönüp duran balık gibiler bunlar... Küçük görmek değil benimkisi, haşa. Sadece diyecek söz bulamamamdan tepkim. Kendi dışlarında dönüp duran kocaman bir dünya var farkında değiller. Kendilerine bir dünya yaratmışlar ve bu yarattıkları dünyanın içinde kendilerine öyle bir dev aynasında bakıyorlar ki tüm evrenin hakimi, en doğru, en bilge gibi...

Örneğin; küçük bir mahalle düşünün mesela... Mahallede bir sürü komşular olduğunu... Ve o mahalledeki tüm insanlardan bahsetmiyorum ben, o mahallede bir veya iki kişiden bahsediyorum. Kendilerini diğerlerinden yüksek görme, "ben"le başlayan cümlelerin lügattaki çokluğu, herkesten kendini üstün görme, ayrı bir gezegenden gelerek kendini o mahallenin başına gelebilecek en güzel şeymiş gibi hisseden ve o mahalledeki herkesi kendine köle yapmayı amaçlayan ve insan kullanmanın dibine vurmuşlardan bahsediyorum.

Eskilerin bir lafı vardır... 
"Koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman çelebi derler" işte öyle birilerinden bahsediyorum... 

Hayat insana kibirinden kurtulmayı, "ben" demekten arınmayı öğretmek için vardır... İstediğin kılığa girip, istediğin dünyevi mertebeye erişebilirsin kendi içinde... Önemli olan 7 alemde de bu mertebede kalabilmektir asıl olan. İster tüm cihanın padişahı ol, ister bir mahallenin keçisi... İstersen tüm en'leri sırala kendini anlatırken... İstediğin kadar ispat etmeye çalış kendini... Hayır, ne fark eder ki?

Çabalayıp, çabalayıp aynı yerde olduğunu göremedikten sonra... Velhasıl, kendini kandırma... Çünkü kimse kanmaz sana... Yüzüne gülen,alkış tutanlar, arkandan nasıl konuşur ki sorma...

Yani egon ile şeytana işbirliği yaptırma... Özünü unutma, şaşırma, sakin ol... Hayat bu, unutma...

Herkese iyi hafta sonları ;)

Gözde

Görsel: Pinterest

5 Eylül 2013 Perşembe

Son Bir, İki, Üç... Ve Başla!

Sonbahar ile birlikte hayatımda birçok şeye de start vermiş durumdayım. Aslında start verme olayı benim dışımda gelişen bir süreç haline de dönüştü diyebiliriz. Bu aralar bir şeyler oluyor, bitiyor, gidiyor, başlıyor, karar alınıyor, uygulanıyor filan... 


Şimdi yine gizemli konuşmalar yapmaya başladığımın farkındayım, halbuki ne gereği var :)

Sevgili bayanlar, baylar ve gençler. Ben kaptanınız Gözde Tura Yılmaz. Startımız Eylül ayı itibari ile başlamış olup bu hızla devam etmeyi planlıyoruz. Varacağımız noktaya yolumuz oldukça uzun olabilir belki de kısa olabilir, bunu Allah bilir :) Tahmini varış süremiz İlkbahar ayları. Varacağımız noktadaki hava sıcaklığı baharın en güzel hali olur inşallah... Herkese iyi uçuşlar dileriz.

Tamam, tamam söylüyorum. Bugüne kadar hayatımın belli zamanları hariç sürekli bir diyet programı ile yaşamak zorunda kaldım. Ama artık bu konu ile ilgili beni yönlendiren harika bir doktorum var. Doktorum sayesinde bugüne kadar izlediğim tüm yolları unuttum ve defterden sildim. Şimdi yeni bir yol ve bu yol her zamankinden daha güvenli ve daha eğlenceli... Kısacası diyet + spor + yaşam biçimi değişikliği içerisindeyim.

Kilo problemi olanlar bilir. Kilo probleminiz hayatınızda belli zamanlarda çok belli zamanlarda daha az ama hep var ise bu sizin için sadece sağlık sorunu olmaktan çıkar. Bu sizin sorununuz olmaktan çıkar bu etrafınızdaki herkesin sorunu olmaya başlar.

Ben ergenliğim boyunca (meğersem şimdi anlıyorum, hormonlardan dolayı bir bozukluk olduğunu) türlü diyetler ve türlü diyetisyenlere gittim. Her seferinde 5 verdiysem 10 aldım. Ve sonuç hep başarısız oldu. Şimdi ise bu sorunu kökten çözebilecek insanlara teslim ettim kendimi. Çok mutluyum ve çok huzurluyum.

Amma velakin bu durumu bugüne kadar yaşarken etrafımdan duyduklarım, gördüklerim ve dolaylı olarak anladıklarım ile ilgili cevabı herkese önümüzdeki yaz tek tek tek tekkk vermeyi planlıyorum.

Ben hiçbir zaman ketum olamadım ne yazık ki. İnsanlar yaşadıkları,düşündükleri ve yaptıkları hemen hemen hiçbir şeyi sesli bir şekilde konuşmak istemezler. Hep karınlarından, hep bir homur homur ağızlarının içlerinden...

Bu diyete başladığımı öğrenen bazı yakınlarımın neler konuştuklarını fazlasıyla tahmin edebiliyorum :) 
"İyi bari çok yemezsin, bundan öncekilere benzemesin de, hea onda o boğaz varken nah verir kiloları, (anneme) sende çok yemek yapma ki yemesinler" vb. daha bu söylemleri buradan Ankara'ya kadar 
uzatabilirim.

Hep böyle değil midir zaten? Her konuda herkesin söyleyeceği birşey hep vardır. Nedense en olumsuzlarını da en yakınlarınızdan duyarsınız. En yakınlarınızın size destek olması gerekirken en ağır eleştiren hep en yakınlarınızdır. Bu da "çok samimiyet'den" ileri gelir ya o daha da bir komiktir. Samimiyetle kötü niyetli olmayı karıştırıyor bunlar...


Neyse it ürür, kervan yürür derler...Bu konuda bu sefer kim ne derse desin um-rum-da değil! Ben ergenliğimden beri hep bu lafları çeşitli ve dolaylı şekillerde duydum. Çok zayıf olmadım hiçbir zaman,çok şükür obezitede olmadım. Yine çok zayıf olmayı planlamıyorum ama sağlıklı kiloma inip bu sefer oraya çakılmayı planlıyorum. 

Hea bir de sevgili bayanlar, baylar ve gençler... Böyle konuşanları da görüyoruz elbette... Ama insanlar kendilerine ve etraflarına doğru bakıp, doğru gözle görüp, doğru sözle konuşabilseler zaten böyle bir mevzu da kalmaz gider. Olsun, önemli değil... Böylelerine rağmen benim yanımda olan ve beni destekleyen eşime, anneme, babama ve arkadaşlarıma da çoook teşekkür ediyorum :)

Tek değişiklik ve start bu mu derseniz tabiki hayır! Bu konuyu bu kadar uzun anlatmamın nedeni ise ben hayatım boyunca hiç bir şeyin hesabını yapmadım. Yiyecekleri lokmanın kaç kuruşa tekabül ettiğini hesaplayıp da üç kuruşluk lokmanın en kuru ve en kötü halini kendine layık görenlerden değilim çok şükür. Bu olay senin buzdolabının ne kadar dolu olduğu ile değil buzdolabının neyle dolu olduğu ile alakası var. Ve bu durumun tutumlulukla değil bir hayat anlayışı ve yaşam tarzı ile alakası var. Bu konudaki düşüncelerimi hayatımın her alanına da ince ince işlemişimdir. 

O yüzden herkes baksın işine, kendine, çoluğuna çocuğuna... Bir de dürüst olsun biraz, en azından kendine...

Diyetimin detaylarını da bir sonraki postda yazmayı planlıyorum. Tabii diğer start verilen konuları da...

Gözde


28 Ağustos 2013 Çarşamba

Kaldır Kadehi Ey Sevgili...!

1 ay sonra tekrar ve yeniden merhaba... 1 ay nasıl da geçti gitti peh peh peh... Bu 1 aya bir de 15 günlük koca bir tatil sıkıştırdım... Bir yazı daha acısıyla tatlısıyla yedik, bitirdik evelallah!


Tatil ile ilgili anılarıma ve yaptıklarıma daha sonra geleceğim... Bugün günlerden Çarşamba... Tatilden geleli 3 gün olmuş... Şu 3 günde hayatımda olan bitenleri şöyle düşünüyorum da ne de güzel ne de huzurlu bir üç gün...

Tatil sonrası bunalımını hafifletmek adına yukarıdakinin lutuflarını yaşıyorum sanırım... Çok şükür mazallah maşallah :)

Farklı ve medcezir olan kafamın içinin son halini ancak Can Yücel bu cümlesi ile özetler...

Kaldır kadehi ey sevgili... Önce gelişine, sonra gidişine. Dibini bulunca da gelmişine, geçmişine...

Detaylar yakında ;)

Gözde


30 Temmuz 2013 Salı

Kahrolsun Tam Bağımsız Can Sıkıntılarım!

Son zamanlarda kendim ile ilgili pek birşeyden bahsetmediğim için bu post kendime dair... 

Şu resimdeki kadının (Marilyn Monroe) yerinde olmayı ne de çok isterdim! Normal değilim. Ama bu aralar çok hem de gayet çok sıkıcıyım!

Gayet net!


Yaz gelsin de şöyle yapacağım, böyle yapacağım filanlarımın hepsi yalan oldu bir kere onu en baştan belirteyim! Birincisi bu aralar doktorlarla aram pek sıkı fıkı. Aramızdan su sızmıyor. En çok check'in yapmayı sevdiğim yerler hastane ve muayenehane :) Kan vermek ise en çok sevdiğim hobim!!!

İşler ise Ramazan ile birlikte yoğunlukta tavan yapmış halde... Öyle ki, şuan bunca doktor ziyaretimden sonra akıbetim ne olacak diye bile düşünmeye vaktim yok! Evde bilgisayar başında ve telefonda geçirdiğim süre sayesinde sanırım hücrelerim radyasyon almaktan imha ola ola kuş kadar kaldılar!

Ve peynir gibiyim, henüz ayaklarım kuma, tenim güneşe, bedenim denize ulaşamadı!

Tüm bunlar yüzünden içimin sıkıntısı ve ruhumun daralmış çemberi beni alıp Bozcaada'nın karşısına bıraksın istiyorum! Oradan ben yüzerek bile geçebilirim, hiç luzum yok vapura filan. Sağdan sağdan tırıs tırıs giderim ben, no problem!

Geyikli'den az öte de olan Tavaklı iskelesini geçince bir yer vardır... Çamların altında... Güneşin Bozcaada'ya doğru batışını en güzel oradan izlersiniz... Karşınızda sadece Bozcaada ve Ege'nin uçsuz bucaksız denizi... Mis gibi çam kokusu... Offffffffffff! Tam olarak şuan orada olmak istiyorum!

Ruh halim bundan mütevellit "#direngozde" kıvamında eylemdeyken ben aynı "Vali Mutlu" edasıyla içimdeki direnen seslerime akreplerle tomalarla saldırıyor ve hiç acımıyorum onlara!!!


Ama sorun hele bir neden diye? Çünkü Bayram'ın ikinci gününden itibaren kendimi geç kalmış bu fantazilerimin kollarına bırakabileceğimde ondan! Kemal evde instagram'daki tatil fotolarını gördükçe "bizde insanız, bizim de canımız var" diye şarkılar mırıldana dursun, tatil için geri sayımdayız anlayacağınız!

Yemin ederim, yola çıktığımda her mola yerinde durup İvedik gibi önüme gelenle halay filan çekeceğim! Sevincinden ne yapacığını şaşırıp, heyecanlanınca altına yapan köpekler gibi :)

Onun dışında son zamanlarda yaptıklarımı ayrı bir post'da yazarım, yakın zamanda inşallah, maşallah... Direniyoruz dediysek çok şükür asosyallik mertebesine erişmemize henüz izin vermiyoruz ailecek :) 

O postun sırası da gelecek, az daha sabır :)

Gözde

24 Temmuz 2013 Çarşamba

Dünyanın En "Seksi" İnsanı En "Dürüst" Olanıdır!

Hayat da en güzel ve en naif olan şey; "dürüst, açık, net ve bana göre korkusuz olmaktır... 



Gerisi hikaye, gerisi teferruattır...

Bana göre dünyanın en seksi, en güzel, en temiz, en sempatik insanı en dürüst olanıdır...

Yoksa istediği kılığa bürünsün, milyonları olsun, isterse 90 -60 -90 isterse en baklavasından vücudu olsun...

Dürüst müsün arkadaş, sen bana onu söyle bi? Sonra da bir uza Allah'ını seversen!

Ama kime sorsan en dürüst benim der, benimki de soru!

O zaman şöyle soralım soruyu... Gece yatağa nasıl yattığın veya vicdanının sesini sormayacağım sana...

En sevdiklerinin suratına rahat, şüphesiz ve güven dolu gözlerle bakabiliyor musun?

İnsan hep en değer verdiği insana karşı dürüst olmadı mı yanar içi... Onu yapabiliyorsan giderin var...

Ama o suratlara bakıp da acaba bu da benim gibi yalanlar söylüyor mu diye ufacık bir şüphe varsa içinde işte o zaman yatağa şükürler olsun diyerek girmenin bir anlamı da yoktur...

Dünyanın neresinde olursan ol,  cinsiyetin ne olursa olsun, adam ol yeter...

Kısacası "Dürüst" ol, canımı ye!  :)

Gözde

22 Temmuz 2013 Pazartesi

Unutulanlar, Unutanları Asla Unutmazlar!

Niyetim haftaya arabesk başlamak değil. Sadece İbrahim Erkal diye bir şarkıcı vardı hatırlarmısınız bilmem? Onun bu şarkısı ben lise zamanlarındayken ne patlamıştı, ne tutmuştu... Cengiz ve Ümit amca ve sonrasında İbrahim abinin bu şarkısı o zamanın minibüslerinde hep ilk 3 sıradaydı...


Ergen çağlarımı heavy metal dinleyerek geçiren biri olarak o zaman az küfür etmiyordum tabii bunları dinleyenlere... Ee, ergen olmanın verdiği agresiflik ve heyecan da var tabii... Bir üstten bakmalar, bir küçümsemeler, bir aşağılamalar... :)

Şimdi düşünüyorum da bu dalga geçtiğim şarkının ismi oldukça yaratıcı bir sloganmış da haberim yokmuş. Ne derin,  nasıl dip, nasıl da nihilist nasıl da bir tehdit içerikli bir cümledir bu yaa...

Allah'ım insanı alır götürür dipsiz bir kuyunun içine sonsuza dek terk edebilir bu cümle aslına bakarsanız...

O, bu, şu filan bir yana da... Ne de güzel bir laftır yahu... Unutulanlar, unutanları asla unutmazlar....

Evet, unutanları unutmayız da yanıbaşımızda olanları hep unutuveririz ya ömrümüz boyu... Hep bize kazık atanlar bize tatlı gelir, sevecen gelir... O gelsin ağzımıza sıçsın biz de hep yarabbi şükür diyelim...

Böyle ben adamı sildim silerim, suratına bakmam, aramayanı sormayanı ben hiç arayıp sormam, höööyyttt, bööyyyttt filan...

Çok atarlı durumlar yaşayanlar aslında o en atarlı insanlar için "atarlı" diye şarkılar yaparlar ya! ( Bu cümle de en az bu şarkı sözü kadar karışık kuruşuk oldu da derinlik yapayım dedim, o da olmadı. )

Aşkını, sevgisini anlatan şarkıdan, sazdan çok nasıl da çekip gittin, nasıl da beni aldattın, nasıl da kötüydün sen, nasıl da fesattın, nasıl da şerefsizdin, sen gittin ohh kendime geldim, iyiki de gittin, allah belanı versin filan diye şarkılar daha çoktur ya....

Haa bir de bunları dinleyip söyleyip motive olunur ve daha güçlü hissedersin ya kendini...

Aslında ne psikopatça ne ruh hastası bir olaydır bu...

Şimdi asıl yazmak istediklerimi yazamadan yine gittim dağın öbür tarafına her zamanki gibi... Bu laf sabah sabah, Pazartesi Pazartesi aslında şu yüzden geldi aklıma! Şimdi bakın hele nasıl alakasız bir yere bağlıyorum, hazır olun!

Böyle bir uğraşı olduğunda, işi olduğunda, kendisini oyalayacak bir meşgale bulduğunda arayıp sormayanlar, kendilerini ayarladıklarında, işleri yokken veya boş zamanları çokken dibinden ayrılmaz ya! İşte o insanları alıp hepsini toparlayıp Acun'un Survivor yaptığı adalara pay etmek ve ölüme terk etmek istiyorum onları... 

Bu kadar da vicdansızım, bu kadar da nefret ediyorum bu tip insanlardan...

Nabza göre şerbet yazım vardı ya işte onlarla bunların pek de farkı yok aslında... Canı isteyince can, canı istemeyince ali, ahmet, fatma, ayşe hatta sarı çizmeli mehmet ağa!

Ama biz ne diyoruz unutulanlar, unutanları asla unutmazlar!

Bu sefer iyi bağladım ama heytttttt beaaa ! :)

İyi haftalar olsun, etrafınızdaki insanlara karşı en incesinden tel süzgeç kullandığınız, unutulmadığınız, hep popüler olduğunuz bir hafta olsun... ;)

Şimdi "ayh ben mi seni unuttum, o laflar bana mıydı?" diye beni aramalara kalkan arkadaşlarım için şarjımı doldurmaya gideyim :)

Gözde

19 Temmuz 2013 Cuma

Kadınların Ne Dediği Değil, Erkeklerin Ne Anladığı Mühim Olan!

1 yıl, 1 aylık evli biri olarak yine ahkam keseceğim, yesss!

Mesele ne kadarlık evli olduğun da değil aslında. Mesele kadınların söyledikleri erkeklerde nasıl yankılanıyor!


Hayatım boyunca gözlemci ruhum bana çoğu zaman fayda sağlamıştır. Faydalar çoğalınca eylemler devam eder bende. Ne olduğu mühim değil!

Bir kadının ilk gördüğü ve tanıdığı erkek babasıdır ve eğer varsa erkek kardeşidir. Ama baba karakteri itibarı ile model oluşturma mertebesinde 1. sıradadır her zaman.

Şimdi hal böyle olunca bir kadın eğer şanslıysa ve babası varsa işe babasını tanımakla başlar... Tüm tepkimeleri onla ölçer... Sonra okul hayatı, iş hayatı, sosyal çevre filan derken bir bakar ki kazın ayağı öyle değil...

Dışarıda babasına benzeyen ve benzemeyen tonla adam var. Hepsinin bir iyi bir de kötü halleri var. Hepsinin anladığı dil birbirinden ayrı. Ama zaman geçer ve anlar ki; hepsi ÖZÜNDE AYNI!

Erkekler az biraz çocuk, az biraz bencil, az biraz kıt, az biraz ekstra XL, az biraz da öküzden hallice, bazıları ise öküzle ölümüne savaşır cinsten!

Sen dersin "neden, nasıl" o der ki "neden neden, nasıl yani nasıl"?, Sen bir soru sorarsın, o da sana soru ile cevap verir... Sen dersin "bak burada yanlışsın, doğrusu bu..." O der "Sen birşey bildiğini iddia ediyorsun, ama hiçbirşey bilmiyorsun" Ama az gider, uz gider, dere tepe düz gidemeden senin dediğin doğru çıkar. Peki, bunu kabul eder mi? Tabii ki etmez! 

En sinirli olduğun anda kafanda milyon tane soru cevaplanmak için kendini parçalarken beyimiz karşında gayet rahat "ne var şimdi, ne rahatımı bozuyorsun, ne güzel belgesel izliyorduk" kıvamında suratına avaaal avaaal bakar.

"Neden böylesin sen, niye bu kadar rahatsın?" diye sorarsın. Aldığın cevap senin bir arpa boyu kadar bile ilerleyemediğini balyozla indirir kafana! 

"Nasıl olmam gerekir ki?", 
"Ortada bu kadar büyütelecek ne var ki?", 
"Sen herşeyi çok abartıyorsun", 
"Öff, tamam hallederiz."

Aslında mantıkları o kadar düzdür ki... Çetrefilli ve alengirli olan hiçbir şeyle uğraşmak istemezler. Onlara zor ve yorucu gelir. Hayatları boyunca hayatlarını devam ettiren (çalışmak hariç) herşeyleri önüne hazır geldiği için bu yol onlar için "şimdi iyi bir nefes almayan ölü taklidi yap" demekle aynı zorluktadır. Ve hiç işlerine gelmez.

Sonuç olarak kendimiz konuşur kendimiz dinleriz. Bazen devreleri yanar. Arada size "tamam, senin dediğin gibi yaparız." dedikleri anı kayda almak gerekir. Çünkü bir sonraki sefere bu söz en zor anında "valla ben yapmadım örtmenim" diyen çocukla aynı kıvamda bir psikoloji olduğu için unutulur gider ve tekrarlanır.

Hoş siz istediğiniz kadar kayda alın... Sizin onlara sunduğunuz tüm eleştirler bir kulaktan girip diğer kulaktan çıkma eylemini dahi gerçekleştirmeden havada imha oluverir. 

Özetle: boşa uğraşmayın demek isterdim ama ne yazık ki bu yalana kendim bile inanamıyorum.

Allah hepimize kolaylık ve sabır versin demekten kendimi alamıyorum.

Güzel hafta sonları :)

Gözde

16 Temmuz 2013 Salı

Deliysem Kendime, Manyaksam Yine Kendime, Öküzsem Kendime Değil, Sana!

Bu aralar serbest atış alanı konularında coştukça coşuyorum farkındayım! Demiştim ya çok farkındayım bu aralar diye :) Patlama yaşamam bundandır... Ama idare edin idare ;)

30'a üç var... Yolun yarısı mı bilemem ama ben kendimi nedense hala 18'li yaşlarımda gibi hissediyorum... Şimdi beni okuyan 40'lı, 50'li yaşlarda olanlar varsa "dünkü boksun, daha ne bu şimdiden ahkam kesmeler" diyebilir, normaldir, saygı duyarım! Ama benim de yaşımla, başımla, hayatla ilgili böbürlene böbürlene konuşmak için 60 yaşına gelmeye beklemeye niyetim yok, üzgünüm. :)


Evleneli tam olarak 1 sene, 1 ay olmuşken çocuk yapsam mı yapmasam mı diye düşünmelere dalmışken eski bir kaç anı beni üniversite yıllarıma geri döndürüverdi. 

Anılarımı kimle konuşuyordun derseniz, kocamla! :) Bizim eşimle arkadaşlığımız 10 sene olmuşta haberimiz yokmuş meğer... Sene 2003, İngilizce kursu... Ben üniversitenin ilk yılındayım, o ise ikinci... Daha ülke bu kadar içler acısı bir hale dönüşmemişti. Henüz 99 depreminin yaralarını sarmak ile meşguldük o sıralar... İstanbul Üniversitesinde Cuma günleri cami çıkışında olaylar tam anlamı ile yatışmamıştı. Okulun içinde yemekhanede yemek 75 kuruş'tan 1 TL'ye yükseldi diye protestolara katılıyor, sivil polislerle çata çat kavga ediyordum oysa... Ders notlarımı fotokopi alabilmek için 2 saat Yeşil Kafe'nin oradaki fotokopici de bekler, sonunda da araya kaynak yapanlarla kapışırdık daha o zaman. Fotoğraf kulubünde karanlık odada fotoğrafları yıkama dersi alırken ne de heyecanlıydım... 

Her girdiğim ders de her hoca ile mutlaka bir alıp veremediğim vardı... Kemal'le o zaman Beyazıt'da büyük kapının orada buluşur, Sultanahmet'de nargile içip birbirimize sevgililerimizden yakınırdık oysa...

Öf! Ne çabuk geçti 10 yıl! 

Şimdi nereden nereye varıcağımı söyliyeyim... Bunca şey geçti gitti de ne oldu... Ben yine aynı deli, ben yine aynı manyak... "Ben mi evleneceğim pehhh" diyordum o zaman! Evlendim! "Şimdi de ben mi çocuk doğuracam pehhh! Ben mi anne olacam la bu halimle, ben kendime zor bakıyorum" diyorum...

Bir de vardır ya... Lise biter etraftaki teyzeler, ablalar konuşur... "Eee hangi okul, hangi bölüm ayh falancaya giremedin mi tühh..." Sonra okul biter... "Nerede çalışıyorsun, ayh o şirketin de yolu uzakmış, ne yapıyorsun orada, daha iyi bir yer bulamadın mı, tühhh..." Sonra yaş gelir 25-26'ya... "Eee kızım ne zaman evlilik, yok mu bir kısmet, geç kalma daha fazla bak sonra armutun sapı üzümün çöpü olmaz öyle yavrum, ne o isteyen yok mu seni, tühh..." Sonra evlenirsin..."Çocuk düşünmüyormusunuz, ne zaman, yoksa olmuyor mu kız çocukk, tühh"

Yahu SA-NA-NE!

Sonra bir de herkes için var mı bu bilmiyorum ama benim için" hiç bir boku beceremez, deli dolu, suratsız, babasının kızı yaftası...

Teyzelerim, ablalarım, abilerim büyüdüm ben büyüdüm. 27,5 yaşında koskocaman bir kadın oldum... Okudum, işim gayet yerinde, koca da buldum, şükürler olsun. Allah'ın sevdiği kuluymuşum da dilinize düşürmedi beni. Eh bir çocuk var onu da yaparız inşallah... 

Deliyim, doluyum, az biraz manyak da olabilirim. Ama öküzlüğü yapıyorsam dön de bir kendine sor niye?

Size Montagine'nin Denemeler eserinden bir dörtlükle esen kalın diyorum ;)

“Zaten benim bir şeye dokunduğum yok: yalnız kendimle uğraşıyorum delilik ediyorsam, bundan zarar görecek başkası değil, benim; çünkü bu öyle bir delilik ki bende başlayıp bende bitiyor, hiçbir kötülüğe yol açmıyor.”

Gözde

Sen Hiç "Erkek Hastalıkları Hastanesi" Gördün Mü?

Gören, duyan veya bilen var mı allah rızası için söylesin???

Nedir bu kadınların çektiği arkadaş! Dünya tüm pis oyunlarını bizim üzerimize oynuyormuş gibi...

"KADIN HASTALIKLARI HASTANESİ"

Erkeklere soruyorum!?



Hayatınızın yarısına kadar her ay 1 hafta olmasa! "sinir krizi - çikolata krizi - şişlik krizi" yaşasanız? Ve bunu kızların eteklerinin altını görmek için türlü oyunlar yapmaya çalıştığınız bir yaşta yaşasanız?

Doğdunuz ilk günden bu yana hep ama hep bacaklarınızı iki yana en geniş pergel açısıyla açıp oturmanız size en büyük ayıp olarak öğretilse?

Otobüste - minibüste ve hatta yolda yürürken bile hep arkanızı kollamak zorunda kalsanız?

Ailenizle birlikte yaşarken dışarda eğlenmek veya kalmak için hep "ben Merve'lerde kalıcam, Zeynep'lerde ders çalışıcaz" yalanını söylemek zorunda kalsanız?

Bir insan dünyaya getirebilmenin sorumluluğunu 9 ay boyunca türlü türlü sıkıntılarla yaşasanız? 

Evlendikten hele bir de çocuk olduktan sonra o evin hem aşçısı, hem doktoru, hem temizlikçisi, hem ütüsücü, hem eğlencesi, hem misafir ağırlayanı vs. gibi bir sürü ama bir sürü şeyi olsanız?

Ama biliyorum sizin de derdiniz çok... Bir sünnet bir de askerlik anılarınız ile bir ömür boyunca tüm dost muhabbetlerinde açılır açılır kapanırsınız...

Sonuç olarak erkekler kendilerinin üzerlerindeki sorumluluklardan bahsederken insan gerçekten üzülmüyor değil... Yazık... Size özel bir hastaneniz bile yok.

Gözde










12 Temmuz 2013 Cuma

Çıkarlar Söz Konusu Olduğunda İdealler Ölür!

Bazen birçok şeyi bir anda söylemek istediğim zamanlar oluyor. Birbirinden alakasız bin tane konuyu arka arkaya sıralayasım geliyor. Tüm kızdığım, sevdiğim, sevindiğim, gıcık olduğum, olmadığım falan filan...


Garip bir his... Şimdi burada hepsini sıralasam eminim bu beni son okuyuşunuz olur!

Hepsi olmasa da bir demet sunayım da siz de bir allak bullak olun bakalım.

Ben bazen ciddi "ruh" hastasıyım... Ama "ruh'u" güzel olanların hastasıyım... 

Ben bazen laf sokmam! farkındayım, lafı özenle yerleştiririm.

Bazen de şunu düşünürüm... " Karar almak mı zor? Yoksa karar vermek mi?"

Post'un başlığına gelince... İnanın bu lafta beynimden geçen diğer birbirine değmeyen tilki kuyruklarından biri...

"Çıkarlar söz konusu olduğunda idealler ölür" lafı babamın çocukluğumdan beri bunu yapan insanlara kızdığında söylediği en baş laftı...

Ve öyle beynime yerleşmiş ki...
Çıkarı için konuşan birini görünce karşımda aklıma direk bu lafı suratına püskürtmek geliyor... Çünkü tüm ideolojik konuşmaların ve düşüncelerin yerini riyakarca ve sinsice bir gülüşün sonrasında söylenen pervasızca cümleler alıyor ki "bırrrrrrrrrrrrr" beynimi donduruyorlar!

Bazen de " Dikkat edin de maskeniz yüzünüze batmasın" demek istiyorum mesela...

Ve bazen böyle "dur bakiyim ne güzel çıkmışsın (hayatımdan) demek istiyorum birçok kişiye...

Sonra birden Merkür'ün geri gittiği aklıma geliyor...

Yani anlayacağınız bu aralar "bağzı" şeylerden, "bağzı" insanlardan, "bağzı" olan bitenlerden çok sıkılıyorum, bazen de "ohh bea, dünya varmış" diyorum... 

Bir tek ben mi çok zekiyim ne?

Yoksa herkes mi akıllı aptal?

Bu da karar vermek mi yoksa karar almak mı gibi bir soru işte...

Gözde

8 Temmuz 2013 Pazartesi

Bazı İnsanlar, Bazen İnsanlar!

Çoook uzun zaman oldu yazmayalı. Bu süreç içerisinde ülkemizin içinde bulunduğu kritik ve zor günler yüzündendi bu kadar ara... En çapulcu halimizle direnmeye devam ediyoruz. Ama hayatımızı da bir yandan devam ettirmeyi öğrendik bu süreçte. İlk 20 gün kitlendim, ama yavaş yavaş bu sürecin uzun ve meşakatli bir süreç olduğunu ve herkesin son derece soğukkanlı olması gerektiğini anladığım için artık direnişimize ve mücadelemize kaldığımız yerden ama hayatın tüm bileşenleri ile devam etmeye karar verdim.


Bu uzun zaman içerisinde neler yaptığım ile ilgili bir post olmayacak bu. Çünkü bol bol çapulculuk yaptım diyebilirim :) Çapulcu olduğumu öğrendiğim andan itibaren ise etrafımda daha önce adını koyamadığım arkadaşlarımın, eşimin, dostumunda asıl adlarını ve kafalarının içlerindeki gerçekleri görmek beni ayrı bir mutlu etti.

Sonuç olarak; bol öğrenmeli, anlamalı, eğitimli ve eylemli bir Haziran ayı geçirdim diyebilirim.

Gelelim bugünlere... Ülkedeki hareketlilik ve farkındalık süreci sanırım insanların hayatında da etkili oluyor diye düşünüyorum. Ciddi bir farkındalık yaşıyorum son 1, 5 aydır, her anlamda... Sadece vatan, millet, siyaset anlamında değil!

Astrologlar ve kahinler demişti de "amaaann, her seneki martavallar" diye geçiştirmiştim. Ama bu olanlar beni bir kez daha bu gök bilimine ve 6. his olaylarına daha da çok inandırdı :)

Dünya, ülken ve hayatın ile ilgili herkesin büyük bir değişim yaşayacağını, farkındalıkların her anlamda artacağını üstüne basa basa söylemişlerdi. Nitekim de öyle oluyor.

Artık bende etrafımdaki uzak veya yakın her insanın benim için gerçekte neler düşündüğünü anlayabiliyorum. Herşeye ve herkese karşı olan farkındalığım en tavan noktasında. 

Artık daha az sinirlenip, daha çok gülebiliyorum olanlara :) Sanırım ÇAPULCU olmak böyle birşey :) Ya da büyümek, bilemiyorum!

İnsanların istedikleri zaman nasıl da dansöz gibi kıvırdıklarını, işlerine geldiği gibi konuştuklarını, canları istediğinde nasıl da gözünün içine baka baka ve gözlerini kaydıra kaydıra, ağızlarını yaya yaya hadsizleşebildiğini, en yakınlarının dahi kendilerini görmeden ve hayatlarını sorgulamadan nasıl da sana saldırabildiğini, güven ve sadakat konusunun nasıl da incecik bir pamuk ipliğine bağlı olduğunu, bugüne kadar görmezden gelip sustuğun insanların kendi yaptıklarını ve hatalarını yok sayıp nasıl da çirkinleşebildiklerini, ummadığın insanların can, umduklarının ise nasıl da şeytan olabileceklerini, samimiyet duygusunun nasıl da ayaklar altına alındığını, bir insanın en çok nasıl seviyesizleşebildiğini, olaylar karşısında kendisi ile alakası olmayan olaylarda insanların nasıl da futursuz ve "ahlaksızca" konuşabildiklerini, maddiyatın her şeyin önüne geçebildiğini, hatta "insan" olabilemek için saygının ve kan bağının bile yeterli olmadığını, insanların birbirlerini nasıl bir kalemde "harcadığını ve silebildiğini" öğrendim...

Tüm bunların yanında da insanların bunca şeyi yapıp kendilerini  nasıl da akça pakça, dürüst, iyilikten göklere uçacak kadar melek gördüklerine, ufuklarının çooook geniş olduğuna inandıklarına, onların herkesten ama herkesten daha çok mantıklı olduklarına, bir tek kendilerini haklı gördüklerine, çok ama çok herkesten daha çok empati kurduklarını sandıklarına, tek zorluğu kendilerinin yaşadıklarını düşündüklerine, tek onların fedakarlık gösterip bize karşı susup erdemli olduklarına inandıklarına, hatta sadece ve sadece onların fedakarlık yaptıklarına, bu dünyada yaşadıkları her zorluğa rağmen bizden çok daha erdemli olabildiklerini iddia edenlere de şahit oldum ve olduk...

İnsanlar hep kendilerinin en mükemmel, sorunsuz ve hatasız olduğunu kabul edip bir gün de kendilerine çuvaldızı batırdıkları an tüm kavgalar, çekişmeler ve hatta savaşlar bile sona erecek kimse bunun farkında değil. Bu tüm dünyayı, insanları ve benim tanıdıklarımı ele geçirmiş olan pislik "kibir" duygusu bu dünyanın ve insanlığın sonunu getirecek diye korkuyorum.

Ne zaman ki yukarda sıraladıklarımı kendi içimizde hazmedip "en doğru benim!" mantığından uzaklaşır ve karşımızdakini anlamaya çalışır ve "isteseydin yapardın veya "o, şu, bu zaman neredeydin, o zaman konuşsaydın" klişesinden kurtulursak o zaman gerçek insan ve gerçek "mübin" olabiliriz. 

Yoksa kim ne derse desin! 5 vakit Allah'a secde ederek (secde ettiğini düşünerek), senede 30 gün oruç tutarak cennete kombine alacağını garanti sananların vay haline, vay haline...

Önce beyninizdeki kötülükleri silin, vicdanınızın sesine kulak verip ona secde edin ve bence Ramazan'dan önce fesatlık, hilekarlık, yalancılık, iki yüzlülük, dengesizlik, hadsizlik, terbiyesizlik, kibirlilik ve kötülük orucunuzu tutun...

Ne zaman ki bunları yaptınız, lütfen o zaman irtibata geçelim... Onun haricinde zira bu işin boku çıktı... Sizin ve dünyanın "kibir" temposuna ayak uyduramıyorum. 

Yolunuza yalnız devam etmeye hazır olun...

Gözde







3 Haziran 2013 Pazartesi

DİKKAT! BU BLOGDA DİRENİŞ VAR!

Olaylar herkesin malumu olduğunu düşünüyorum. Artık olaylar çığırından çıkmıi gücün orantısızlığı bile tapılan zulme yeterli tanım halinde değildir. Uzun zamandır yazmıyordum. Planlarım bu haftadan itibaren farklı içerikler hazırlamak ve blog ile ilgili güzel projeler hazırlamaktı.



Ama ülkemin bu durumundayken yapılması gereken tek şey buradan bağırmak ve haykırmaktır. Diğer kadın, çocuk, moda vs. haber portallarının da aynı tepkileri göstermeleri ve bir bütün halinde hareket etmek ülkemiz için en hayırlısı olacaktır.

Cuma gününden bu yana Taksim - Beşiktaş - Dolmabahçe - Bakırköy'de yürüyen ve şuanda 3 gündür sokaklarda olan biri olarak bu mücadelenin artarak devam edeceğini söylüyorum. Devlet tarafından verilen her cevap halkı daha da güçlendiriyor daha birleştiriyor. 

Bu artık 3-5 ağaç meselesinden çıkmış bir kırılma noktası olmuştur. Cumhuriyet tarihinde böyle bir millet ayaklanmasını yaşamayan Türkiye bu sınavdan da alnının akıyla çıkacaktır eminim.

Ülkem için, ülkemin evlatları için, bu uyanışta "bende varım" diyen herkes için hayırlısı olur inşallah diyorum...

Tüm paylaşımlarıma trendruj twitter ve kişisel facebook sayfalarım üzerinden devam ediyorum.

Gözde

6 Mayıs 2013 Pazartesi

Toplu Taşıma İle İmtihan!

Anamızın karnından araba ile doğmadık biliyoruz amma velakin yaşadığın şehir İstanbul ise ve yaklaşık 7 senedir de araba ile sefa halindeysen işte bu dakikadan sonra keyfi olarak sattığın araba senin içine bir evlat acısı gibi çöreklenir...


Yenisi gelmesi için eskisini satmak zorunda kalmayacağımız hayatlar yaşayalım her zaman ama şuan için öyle bir dünyamız yok ne yazık ki... Satacan ki yenisi gelsin... Sattın diyelim... (şekil a 1) biraz bekleyecen ki kafana göresini bulabil...

İşte bu bekleme sürecindeki 7 seneden sonra attan tekmelenerek düşmüş gibi hissettiğin süre... Allah'ım öyle bir haftasonu geçirdik ki size anlatamam!

1.si nereye gideceğimiz tam bir kaostu. Ürettiğimiz komplo teorileri buradan bırak Ankara'yı uzaya yol olur uzaya.

2.si hadi gideceğimiz yere karar verdik. Nasıl gitsek acaba konusu! Taksi, çok yazar, minibüs, ayh kalabalık oluyor binemem, otobüs, inince çok yürüyorsun, metrobüs, olmaz iki vesait ile uğraşamam vs. vs.

3.sü gittik diyelim nasıl döneceğiz? Dönüşte minibüs var mıdır? Giderken iyi, gelirken geç olur, olmaz! Oraya gidicen bir de dönüşte minibüse yürüyecen!

Allah'ım dünyanın dört bir yanında insanların milyon derdi varken bizim haftasonu olan tek derdimizin bu olması ne acı! Bizi nolur çarpma yarabbim diye dua ettim resmen!

Ve size sonucu söylüyorum. Cumartesi Taksim'e gittik. Söylene söylene geri döndük. 45 dakika sarı dolmuş beklemekten ve orada da kalabalığın içinde öflemekten bir halt anlamadık. Napıcamızı bilemeden yürümekten ayaklarım akşam geldiğimde su toplamıştı. (diyorum ya prens ile prensesin kraliyet yaşamının sona erdiği, sefilleri oynadığı dönemin oyuncusuyduk resmen haftasonu, kül kedisinin arabasının kabağa dönüştüğü andaki havasının söndüğü an bizim psikolojimizi özetleyen tek andır!) :)

Pazar günü de evde oturmak nedir bilmeyen biz, yine akıllanmadık bu sefer de sanki  bütün günümüzü Yeşilköy'de geçirebiliriz diye oraya doğru yollandık. Ama tek farkla, taksiyle!

Amaç sahilde bir yürüyüş, ardından bir yemek sonra da bir dondurma ile günü sonlandırmaktı. Ama Galatasaraylıların şampiyonluk sevinçlerini yüreğimizi kaldırmaz hatta hazımsızlıktan oracıkda hık hık diye gideriz diye köyümüze popomuza bakaaaa bakaaaa geri döndük.

Ve eve geldiğimizde balkonda Kemal'le oyuncakları ellerinden zorla alınmış iki çocuk gibi hayıflanarak zıbardık. Neyse ki Hıdrellez'in enerjisi bizi biraz kendimize getirdi de insan olduğumuzu hatırladık!

Yani anlayacağınız bu aralar çok derdimiz var çoookkk!

Allah'ım bizi çarpma, nolur!

Gözde

3 Mayıs 2013 Cuma

Justin Bieber Hayranlığı Nedir?

Geçen gün konser vermek için Türkiye'ye gelen Justin çocuğumuzun Türkiye'deki hayran kitlesini ve profilini görünce şaşıran bir tek ben miyim yaw?


Sorun bende mi? Çok mu yaşlandım yoksa? Bu 12-13 yaşındaki yavrucakların çığlık çığlığa olan hali nedir?

Bu normal mi? Normalse bana niye anormal geliyor? Sadece bana anormal geliyorsa anormal olan ben miyim?

Allah'ım kaç gündür yaşadığım kaosun içinden çıkamıyorum kafam karıştı yahu! 900 TL vererek bilet alıp çılgınlar gibi bağırıp çağıran "çocuklar" Kusura bakmasın kimse... Evet, çocuklar!

Ana haberlerde "genç kızlar Justin Bieber için konser alanında şöyle yaptı böyle yaptı" filan diye lanse ediyorlarda nedense benim ekranda gördüğüm "genç kızlar" olsa olsa 12 yaşında ilkokuldan yeni çıkmış çocukkkk çocukkkkk!

"Bizde allahın kuluyuz, çocuk değiliz bizde insanız" diye bağıran, ağlayan kendini perişan eden çocuğumuzun ailesi bence kızını kolundan tutup doooğrruuuuu pedogoga götürmeli.

Bu kadar saplantılı halde olan hayranlık hele de bu yaşta bana sadece korku ve endişe veriyor...Tarkan için de ayılıp bayılanlar oluyordu zamanında ama bu kadarını hatırlamıyorum yaw!

Evlerden ırak bir durum!

Bir de Justin de Justin olsa! 

Bende o yaşlardayken Bon Jovi hayranıydım... Ama benim hayranlığım tüm albümlerini ezbere bilmek, odamı posterleri ile süslemek dışına çıkmazdı... 

Düşünüyorum o dönemde Bon Jovi konsere gelseydi de ben böyle bağırıp çağırarak kendimi parçalasaydım annemle babam "allahım bu kız delirdi, şizofrene bağladı diyerek beni nerelere götürür neler yapardı tahayyül edemiyorum!

Tek fark bu kız çocuklarına bu Justin oğlumuzun yaşının yakın olması galiba... Ulaşılabilir mi görmek nedir ben anlamadım...

Ama bence bu durum pek normal değil veya bu tip tabloları Türkiye'de görmeye pek alışık değiliz...

Ya da ben çok yaşlandım. Belki de en iyisini onlar yapıyor. Bilemedim. Dedim ya çok kaos yaşıyorum. Yorumsuz olarak öyleee bakakaldığım ender olaylardan biriydi bu... :)

Allah akıl fikir versin, çocuklarımızı korusun. 

Ne diyim? :)

Gözde


2 Mayıs 2013 Perşembe

İşte Geldim, Burdayım! :)

 Zorlasam 15 gündür piyasada yokum, farkındayım. Bu aralar hayatım nedense çok yoğun. Sürekli bir koşturma, sürekli bir hareket ve sirkülasyon mevcut. Olayları bazen yani çoğu zaman artık ben bile takip etmekte zorlanıyorum. Düğün dernek, doğum, ölüm vs. yok fakat bunların hepsi varmış gibiyim :)

"Nerede hareket orada bereket" deyip neden yazamadığım ile ilgili yine bahanelerle dolu geyiğimi sonlandırıyorum, tamam :)

Bu geçen 10 günlük zamanda neler yaptığıma gelince...

Geçen hafta sonu Yıldız Parkı'ndaydık... Ben uzun zamandır gitmiyordum, birkaç gün öncesinde arkadaşlarla konuşurken aklımıza takıldı "yav niye gitmiyoruz ki, gitsek yaaa" dedik ve gittik :)


Alabildiğine yeşil ve bol oksijen deposu olan bir yer... Bizim şansımıza da boş bir gündü... Güzelce bir yürüyüş ve elebette romantik pozlar vermeyi ihmal etmedik. Bizi çekecek kimse yoktu ne yazık ki...  Bizde ergenlerin en klişe pozlarından birini vererek kendi kendimizi çektik :)


Bahar geldi aman kronik öksürüğüm tutmasın diye Kemal'cim sağolsun beni portakal dilimlerinden oluşan dağlarla besliyor :)


Ve bahar temizliğinin son dokunuşu elbette güzelleşen havaların şerefine balkonaydı... Balkon sezonumuzu da terönle açmış bulunuyoruz :)


Bu hafta sonu ise babamla beraber deniz sezonunu açtık... Bu aralar sürekli bir açılış durumundayız. İki güneş çıktı, böcekle kuş öttü diyerekten herbirşeyi açıveriyoruz, açılıveriyoruz :)


Daha önce söyledim mi bilmem. Ama bilen bilir, babam tam bir deniz aşığı, hayatı boyunca arabasız kalmış ama teknesiz asla kalmamış bir insandır :) Teknemiz her yaz bakıma girer ve sonra Saroz'daki dayımların yazlıklarının olduğu yere giderdi... O yüzden pek sefasını süremezdik, amma velakin bu sene götürmekten vazgeçtiler ve yaşasın bize kaldııııııııı :) Bakıma girmeden önce bizde bir yaza merhaba kahvaltısı ve gezintisi yapalım dedik...


Denize açıldığımızda kambersiz düğün olmaz diyerekten Tayfa'da tabii ki bizimleydi :)


Kemal kendini kaptanlık konusunda babamın yanında iyi yetiştiriyor... Ama şimdilik Tayfa ile ikisi tayfalık kıvamındalar :)


Ve bu resmi çok sevdim!


Tayfa gün boyunca tüm şebelek halleri ile bizi iyi eğlendirdi...


Bende tüm gün güneşin altında durmaktan ilk yanık acımı ve kızarıklığımı yaşadım. Bu sene çok erkenciyiz :)
Ama bu sadece bir başlangıç ;)


Tayfa ile birlikte derya deniz manzarası eşliğinde hülyalara dalmayı da ihmal etmedik tabii ki :)


Veee günün sonunda Kemal'in özel specialinden oluşan menü güzel bir nokta oldu...


Ve İzmir'den gelen dostlarımız evimizi şenlendirdi... Pek yemeye fırsat olmasa ve yolluk olarak İzmir'e doğru yola çıkmış olsalar da kurabiyelerimi sizlere gururla sunarım :)

Sanırım artık ben bu işi kaptım ;)


İşte bu hareketli günlerin aynen sağlık ve huzur ile devam etmesi dileği ile...

Şimdilik sizlere esenkalın der ve aranızdan bir sonraki posta kadar ayrılırım :)

Gözde

19 Nisan 2013 Cuma

Teşekkürler, Büyüyorum Sizinle...

Bu da nereden çıktı şimdi? Ne alakasız ruh hallerin var senin, manyak mısın kızım sen, derdin ne? diyebilirsiniz. Zaten içinden beni okurken kimlerin neler söyleyebildiğini pekala biliyorum, rahat olun ;)

27 yaşının tam olarak içinde, yaklaşık 1 senedir evli (11 ay) olan ve bugüne kadar başından bir çok olay geçmiş veya birçok olaya yakından tanık olmuş biri olarak karşınızdayım...


Ben daha 18 yaşındayken insanların hatta en yakınlarının ne kadar acımasız olduğunu öğrenmiş biriyim. Hoş, 18 yaş artık bu durumu bağıra bağıra gördüğüm zamandı. Çocukluğumdan beri etrafımda hilekar, riyakar, anti vefakar bir ton insanla büyüdüm.

Tabii o zamanlar yaşadıklarım karşısında çok öfkeliydim, "bize bunları yaşatanları bir kaşık suda boğmak bunlar için kurtuluş, türlü türlü işkencelerle her günü bu insanlara ızdıraba dönüştüreceksin" derdim. Nefretim en yüksek dağın tepesinden daha yüksek ve buz gibiydi. 

Ama zaman geçti... Zaman geçerken baktım ki bu olaylar bazen ufalanıp karşıma geliyor, bazen çığ gibi... Bazen en yakınından, bazen hayatında ismi cismi olmayan kişilerden. Sonra üniversite, derken iş hayatı, sonra kemikleşmiş bir sosyal hayatın oluşuveriyor. Sonra evleniyorsun, yeni bir ailenin içine giriyorsun. Bir de o insanlar ekleniyor... Ben şuan bu aşamadayım. Bunun bir üstünde çocuğun oluyor, çocuğunun arkadaşları ve aileleri, emekli oluyorsun, emekli yaşıt arkadaşların filan derken her geçen zaman senin hayatına yeni insanları ve doğal olarak yeni olayları getiriyor...

Tüm bunların yanında kendime dönüp baktığımda şunu görüyorum. 18 yaşında dünyayı yakabilecek kadar öfkeli, muhalefet ve kırgın bir insandan, 27 yaşında yaşadığı hiç birşeye şaşırmayan ve en uçuk olaylara dahi "olabilir, gayet normal" diyebilen bir insana dönüşmüşüm.

Bunu bugün dinlediğim Şebnem Ferah'ın "Artık Kısa Cümleler Kuruyorum" şarkısını dinlerken bir kez daha hatırladım. Gerçekten insan belli bir noktadan sonra daha kısa cümleler kuruyor, daha vurdumduymaz oluyor, zor zamanları daha çabuk atlatan ve sevdiği veya sevmediği kişilerle yaşayabilmeyi onlara olan öfkesini kontrol edebilmeyi daha kolay becerebiliyor.


Bunun adı da "büyümek" işte... 

Beni bilen bilir, ben öfkesini de, sevincini de bağıra bağıra yaşayan biriyim. Ne hissediyorsam benim yüzüme baktığınızda şıp diye anlarsınız. Asla saklayamam. Yalan söylerken gözlerimi sağa sola çeviririm, yüze asla bakamam. Bir insan için ne düşünüyorsam söylerim, söyleyemeyeceğim durumlarda da tüm beden dilim karşımdakine "senden nefret ediyorum, ulannnnn" diye bağırır, biliyorum :)

Ama tüm bunlara rağmen artık kendimi daha iyi kontrol edebildiğimi görüyorum. İnsan büyüyormuş, vesselam. Değişimi döneklik olarak görenlerin tüm dönekliklerini irdelemek lazım. Değişim insanın her anında, her gününde yaşadığı birşey. 

Kendinizden yola çıkın. İlkokul, ortaokul, lise, üniversite, iş hayatı, evlilik, çocuk vs. Tüm bu evrelerdeki fotoğraflarınıza bakın. İnsanın giyim zevkinden tutun da savunduğu şeyler bile değişiyor. Çünkü hayatta bir insana en büyük dersi yine bir insan veriyor. 

Hayata karşı gardınız hep hazır olsun. Her an son ve en ağır darbeyi alabilirsiniz. Hem de en yakınlarınızdan. Ama üzülmeyin. Her darbe, her hayal kırıklığı, her duyduğunuz öfke, her yaşadığınız farklı bir dönem sizi büyütecek ve daha da sağlamlaştıracak. Yani yaşlanıyorum diye üzülmeyin. Yaşlandıkça gücünüze güç, enerjinize enerji, güveninize güven, canınıza can katacak etrafınızdakiler...

Onlara kızmayın... Ben kızmıyorum. Hayatıma girmiş çıkmış, çıkamamış, çıkartmak istediğim ama çıkartamadığım herkese ama herkese sonsuz teşekkürlerimi ve şükranlarımı sunuyorum. Onlarda bana "Gözde, niye böyle?" diye kızmasın...

Çünkü; "Beni sizler var ettiniz, sağolun varolun..." :)

Gözde


17 Nisan 2013 Çarşamba

Bu Aralar Tek Sorun "Zayıflamak!" Ama Sadece Kadınlar!

Bu aralar kimle konuşsam spor salonuna yazılmış, diyetisyene gidiyor veya zayıflamak adına kendi kendine formüller geliştirmiş... Bende dahil...

Ama bakıyorum da bu soruna tek sahip kadınlarmış gibi bu aktiviteler içine girenlerde hep biz kadınlarız nedense! Bazen, yani ara sıra da olsa, aslında çok nadir! Benim kocam da göbeğini eritme telaşına girse de en fazla 15 gün sürüyor. Sonra gayet göbeğini kaşıya kaşıya "amaan can boğazdan gelir" deyip gezebiliyor ortada... Bunun adı da "aslan parçası oluyor!" :)


Çok öfkeleniyorum ben bu duruma arkadaş! Kadın dediğinin zaten yapması gereken ve olması gereken bir ton halleri ve durumları var. Bir de üzerine formda olmak ve fit görünmek şartı çıkıyor.

Niye bir kadın göbeğini kaşıya kaşıya gezemiyor? Neden bir kadın yazın şortunu ayağına çekip yok efendim tüyüm çıktı, yok efendim simitler pırtladı, yok efendim iç bacak ve kollarım yumuşadı derdi olmadan sokağa çıkamıyor veya tatile gidemiyor? Neden?

Bizim yaz geliyor diye paçalarımız tutuşuyor, aman diyete girelim, aman zayıflayalım, aman sıkılaşalım! Bu dünyada kadın olmak zor zanaat! Kim ne derse desin! Hem ekstra maddiyat, hem zaman, hemde manevi güç gerektiriyor kadın olmak!


Misal, Kemal! "Yaz geliyor, yaşasın bermuda giyebileceğim" diye sevinirken koca göbeğini kafasına takmadan, ben "eyvahh yaz geliyor ben daha zayıflayamadım" diye bırak sevinmeyi ne giyeceğimi bile düşünüyorum ve uykularım kaçıyor. Ne halt etsem de 1 gram fazla versem diye aranıp duruyorum!

Çok çifte standart bu, çok dengesizlik, haksızlık bu. Bu aralar bu duruma kafayı fena taktım. Kemal'i de plates topunun üzerine çıkarıp yuvarlıcam anlaşılmıştır! ;) Ancak bu şekilde bir nebze de olsa içime su serperim! ;)

Gözde


15 Nisan 2013 Pazartesi

Güzel Bir Haftasonu... :)

Bir haftasonunu daha geride bıraktık. Ben Pazartesi sersemliğini üzerimden ancak atabildim. Pazartesi günü akşama doğru ancak haftasonu rüyasından uyanabiliyorum acı da olsa...


Bu haftasonu bol yeşillikli ve kafa dinleme ile geçti. Cumartesi günü havanın güzel olacağı ve ertesi günlerde (bu hafta boyunca) gri gökyüzü ile başbaşa kalacağımızı duyduğumuz için kendimizi çayıra çimene bırakalım dedik. 


Ve Çatalca - İnceğiz mağaralarının bulunduğu yere pikniğe gitmeye karar verdik. 


Ertesi gün pikniğe gidilecekse evde hazırlık yapılır ya, işte ben bu hazırlığı küçüklüğümden beri çok severim. O yüzden muhteşem kekimi yaptım, etler soslandı, piknik çantamızı hazırladık ve çocuklar gibi sabahı zor ettim ;)

 
Yanımıza Tayfam'ı da almayı ihmal etmedik tabii ki. Şehrin gürültüsünden ve kaosundan en az bizim kadar o da bıkmış durumda artık. Sabah erken saatte gittiğimiz mesire yerinde kimseler yoktu... 


Mis gibi bir hava, gözünüzün alabildiği yere kadar yeşil, dağlardan gelen su sesleri tek kelime ile meditasyonun en güzel hali diyebilirim...


Cenevizliler tarafından yapıldığı söylenen mağaraların aslında M.Ö. yıllarına kadar uzanan bir tarihi var. Erken Bizans döneminde mezhep kavgalarından kaçanların sığınakları da olduğu söyleniyor...

 Kısacası buram buram tarih kokan bu mağaraların eteğinde mis gibi bir hava da keyif yapmak anlatılmaz, yaşanır ;)


Tayfa yanımızdan ayrılmadığı ve hiç durmadığı için mağaraların içine çok giremedik ama oldukça etkileyiciydi diyebilirim. Gidilip görülesi yerler listesine eklemelisiniz...

Kahvaltı keyfinden sonra Kemal mangal yakmayı uzunca bir süre bekledi ve sonunda en büyük zevkini doya doya yaşadı ve sezonu açtı :)


Önce sebzeler... Sonra etler...


Mangal başındaki Kemal'e Romen davulcu ve zurnacı arkadaşlarda eşlik edince fazlasıyla eğlendim :) O kadar seranat yapan adamlara benim ağır ve maço kocam hiç pas vermedi, bahşiş dışında ;)


Sonunda mevsimin ilk mangalının mahsüllerini yemeye sıra gelmişti :) Yanında annemin salatası, ohhh :)


Bu arada mangal yakarken Tayfa'da Kemal'in çöplerini parçalamakla meşguldü :)


 Bizden çok ona yaradı diyebilirim:)


Eehh o kadar yedik, eritmek lazım diyerek Tayfa ile 3 km'lik yürüyüş yolunda doğanın tüm kokusunu içimize çekerek yürüdük de yürüdük...


Ve günün sonunda hepimiz temiz havanın bizi çarpmasından dolayı mayış mayış yola çıktık. Amma velakin trafik canımıza okudu... O doğallığın içinden İstanbul'un keşmekeşine düşmemek için yola geç çıkmak en iyisi diyerek kulağımıza küpe yaptık... Tayfiş hepimizden çok sıkıldı tabii, yol boyunca arka cama yapıştırdı kendini :)


 Pazar gününe gelince... Bir gün öncenin rehaveti devam ederken napsak diye düşünüp, havanın da kapalı olmasını fırsat bilip, sinema için son havalar bunlar dedik ve kendimizi sinemaya attık...


Tom Cruise & "Oblivion" gidin, görün, izleyin derim. Gerçekten son zamanlarda izlediğim en güzel efektlere ve konuya sahip bir film...

Sinema çıkışı ise haftasonuna noktayı Türk kahvesi ile koyduk ve iyi bir hafta olur dilekleri ile evlere dağıldık :)


Vee bugün... Önce diyet, sonra plates şimdi de kendimi fazla su içmeye alıştırmaya çalışıyorum. Sabahtan bu yana bu şişeyi bitirmeye hatta bunun gibi bir tane daha bitirmeye and içtim. Hadi bakalım :)


Umarım sizin de haftasonunuz harika geçmiştir...

Lolipop tadında, güneş kadar parlak, deniz kadar berrak, rüzgar gülü kadar bereket dolu hareketli bir hafta olsun.... :) (:

Gözde



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...