30 Temmuz 2013 Salı

Kahrolsun Tam Bağımsız Can Sıkıntılarım!

Son zamanlarda kendim ile ilgili pek birşeyden bahsetmediğim için bu post kendime dair... 

Şu resimdeki kadının (Marilyn Monroe) yerinde olmayı ne de çok isterdim! Normal değilim. Ama bu aralar çok hem de gayet çok sıkıcıyım!

Gayet net!


Yaz gelsin de şöyle yapacağım, böyle yapacağım filanlarımın hepsi yalan oldu bir kere onu en baştan belirteyim! Birincisi bu aralar doktorlarla aram pek sıkı fıkı. Aramızdan su sızmıyor. En çok check'in yapmayı sevdiğim yerler hastane ve muayenehane :) Kan vermek ise en çok sevdiğim hobim!!!

İşler ise Ramazan ile birlikte yoğunlukta tavan yapmış halde... Öyle ki, şuan bunca doktor ziyaretimden sonra akıbetim ne olacak diye bile düşünmeye vaktim yok! Evde bilgisayar başında ve telefonda geçirdiğim süre sayesinde sanırım hücrelerim radyasyon almaktan imha ola ola kuş kadar kaldılar!

Ve peynir gibiyim, henüz ayaklarım kuma, tenim güneşe, bedenim denize ulaşamadı!

Tüm bunlar yüzünden içimin sıkıntısı ve ruhumun daralmış çemberi beni alıp Bozcaada'nın karşısına bıraksın istiyorum! Oradan ben yüzerek bile geçebilirim, hiç luzum yok vapura filan. Sağdan sağdan tırıs tırıs giderim ben, no problem!

Geyikli'den az öte de olan Tavaklı iskelesini geçince bir yer vardır... Çamların altında... Güneşin Bozcaada'ya doğru batışını en güzel oradan izlersiniz... Karşınızda sadece Bozcaada ve Ege'nin uçsuz bucaksız denizi... Mis gibi çam kokusu... Offffffffffff! Tam olarak şuan orada olmak istiyorum!

Ruh halim bundan mütevellit "#direngozde" kıvamında eylemdeyken ben aynı "Vali Mutlu" edasıyla içimdeki direnen seslerime akreplerle tomalarla saldırıyor ve hiç acımıyorum onlara!!!


Ama sorun hele bir neden diye? Çünkü Bayram'ın ikinci gününden itibaren kendimi geç kalmış bu fantazilerimin kollarına bırakabileceğimde ondan! Kemal evde instagram'daki tatil fotolarını gördükçe "bizde insanız, bizim de canımız var" diye şarkılar mırıldana dursun, tatil için geri sayımdayız anlayacağınız!

Yemin ederim, yola çıktığımda her mola yerinde durup İvedik gibi önüme gelenle halay filan çekeceğim! Sevincinden ne yapacığını şaşırıp, heyecanlanınca altına yapan köpekler gibi :)

Onun dışında son zamanlarda yaptıklarımı ayrı bir post'da yazarım, yakın zamanda inşallah, maşallah... Direniyoruz dediysek çok şükür asosyallik mertebesine erişmemize henüz izin vermiyoruz ailecek :) 

O postun sırası da gelecek, az daha sabır :)

Gözde

24 Temmuz 2013 Çarşamba

Dünyanın En "Seksi" İnsanı En "Dürüst" Olanıdır!

Hayat da en güzel ve en naif olan şey; "dürüst, açık, net ve bana göre korkusuz olmaktır... 



Gerisi hikaye, gerisi teferruattır...

Bana göre dünyanın en seksi, en güzel, en temiz, en sempatik insanı en dürüst olanıdır...

Yoksa istediği kılığa bürünsün, milyonları olsun, isterse 90 -60 -90 isterse en baklavasından vücudu olsun...

Dürüst müsün arkadaş, sen bana onu söyle bi? Sonra da bir uza Allah'ını seversen!

Ama kime sorsan en dürüst benim der, benimki de soru!

O zaman şöyle soralım soruyu... Gece yatağa nasıl yattığın veya vicdanının sesini sormayacağım sana...

En sevdiklerinin suratına rahat, şüphesiz ve güven dolu gözlerle bakabiliyor musun?

İnsan hep en değer verdiği insana karşı dürüst olmadı mı yanar içi... Onu yapabiliyorsan giderin var...

Ama o suratlara bakıp da acaba bu da benim gibi yalanlar söylüyor mu diye ufacık bir şüphe varsa içinde işte o zaman yatağa şükürler olsun diyerek girmenin bir anlamı da yoktur...

Dünyanın neresinde olursan ol,  cinsiyetin ne olursa olsun, adam ol yeter...

Kısacası "Dürüst" ol, canımı ye!  :)

Gözde

22 Temmuz 2013 Pazartesi

Unutulanlar, Unutanları Asla Unutmazlar!

Niyetim haftaya arabesk başlamak değil. Sadece İbrahim Erkal diye bir şarkıcı vardı hatırlarmısınız bilmem? Onun bu şarkısı ben lise zamanlarındayken ne patlamıştı, ne tutmuştu... Cengiz ve Ümit amca ve sonrasında İbrahim abinin bu şarkısı o zamanın minibüslerinde hep ilk 3 sıradaydı...


Ergen çağlarımı heavy metal dinleyerek geçiren biri olarak o zaman az küfür etmiyordum tabii bunları dinleyenlere... Ee, ergen olmanın verdiği agresiflik ve heyecan da var tabii... Bir üstten bakmalar, bir küçümsemeler, bir aşağılamalar... :)

Şimdi düşünüyorum da bu dalga geçtiğim şarkının ismi oldukça yaratıcı bir sloganmış da haberim yokmuş. Ne derin,  nasıl dip, nasıl da nihilist nasıl da bir tehdit içerikli bir cümledir bu yaa...

Allah'ım insanı alır götürür dipsiz bir kuyunun içine sonsuza dek terk edebilir bu cümle aslına bakarsanız...

O, bu, şu filan bir yana da... Ne de güzel bir laftır yahu... Unutulanlar, unutanları asla unutmazlar....

Evet, unutanları unutmayız da yanıbaşımızda olanları hep unutuveririz ya ömrümüz boyu... Hep bize kazık atanlar bize tatlı gelir, sevecen gelir... O gelsin ağzımıza sıçsın biz de hep yarabbi şükür diyelim...

Böyle ben adamı sildim silerim, suratına bakmam, aramayanı sormayanı ben hiç arayıp sormam, höööyyttt, bööyyyttt filan...

Çok atarlı durumlar yaşayanlar aslında o en atarlı insanlar için "atarlı" diye şarkılar yaparlar ya! ( Bu cümle de en az bu şarkı sözü kadar karışık kuruşuk oldu da derinlik yapayım dedim, o da olmadı. )

Aşkını, sevgisini anlatan şarkıdan, sazdan çok nasıl da çekip gittin, nasıl da beni aldattın, nasıl da kötüydün sen, nasıl da fesattın, nasıl da şerefsizdin, sen gittin ohh kendime geldim, iyiki de gittin, allah belanı versin filan diye şarkılar daha çoktur ya....

Haa bir de bunları dinleyip söyleyip motive olunur ve daha güçlü hissedersin ya kendini...

Aslında ne psikopatça ne ruh hastası bir olaydır bu...

Şimdi asıl yazmak istediklerimi yazamadan yine gittim dağın öbür tarafına her zamanki gibi... Bu laf sabah sabah, Pazartesi Pazartesi aslında şu yüzden geldi aklıma! Şimdi bakın hele nasıl alakasız bir yere bağlıyorum, hazır olun!

Böyle bir uğraşı olduğunda, işi olduğunda, kendisini oyalayacak bir meşgale bulduğunda arayıp sormayanlar, kendilerini ayarladıklarında, işleri yokken veya boş zamanları çokken dibinden ayrılmaz ya! İşte o insanları alıp hepsini toparlayıp Acun'un Survivor yaptığı adalara pay etmek ve ölüme terk etmek istiyorum onları... 

Bu kadar da vicdansızım, bu kadar da nefret ediyorum bu tip insanlardan...

Nabza göre şerbet yazım vardı ya işte onlarla bunların pek de farkı yok aslında... Canı isteyince can, canı istemeyince ali, ahmet, fatma, ayşe hatta sarı çizmeli mehmet ağa!

Ama biz ne diyoruz unutulanlar, unutanları asla unutmazlar!

Bu sefer iyi bağladım ama heytttttt beaaa ! :)

İyi haftalar olsun, etrafınızdaki insanlara karşı en incesinden tel süzgeç kullandığınız, unutulmadığınız, hep popüler olduğunuz bir hafta olsun... ;)

Şimdi "ayh ben mi seni unuttum, o laflar bana mıydı?" diye beni aramalara kalkan arkadaşlarım için şarjımı doldurmaya gideyim :)

Gözde

19 Temmuz 2013 Cuma

Kadınların Ne Dediği Değil, Erkeklerin Ne Anladığı Mühim Olan!

1 yıl, 1 aylık evli biri olarak yine ahkam keseceğim, yesss!

Mesele ne kadarlık evli olduğun da değil aslında. Mesele kadınların söyledikleri erkeklerde nasıl yankılanıyor!


Hayatım boyunca gözlemci ruhum bana çoğu zaman fayda sağlamıştır. Faydalar çoğalınca eylemler devam eder bende. Ne olduğu mühim değil!

Bir kadının ilk gördüğü ve tanıdığı erkek babasıdır ve eğer varsa erkek kardeşidir. Ama baba karakteri itibarı ile model oluşturma mertebesinde 1. sıradadır her zaman.

Şimdi hal böyle olunca bir kadın eğer şanslıysa ve babası varsa işe babasını tanımakla başlar... Tüm tepkimeleri onla ölçer... Sonra okul hayatı, iş hayatı, sosyal çevre filan derken bir bakar ki kazın ayağı öyle değil...

Dışarıda babasına benzeyen ve benzemeyen tonla adam var. Hepsinin bir iyi bir de kötü halleri var. Hepsinin anladığı dil birbirinden ayrı. Ama zaman geçer ve anlar ki; hepsi ÖZÜNDE AYNI!

Erkekler az biraz çocuk, az biraz bencil, az biraz kıt, az biraz ekstra XL, az biraz da öküzden hallice, bazıları ise öküzle ölümüne savaşır cinsten!

Sen dersin "neden, nasıl" o der ki "neden neden, nasıl yani nasıl"?, Sen bir soru sorarsın, o da sana soru ile cevap verir... Sen dersin "bak burada yanlışsın, doğrusu bu..." O der "Sen birşey bildiğini iddia ediyorsun, ama hiçbirşey bilmiyorsun" Ama az gider, uz gider, dere tepe düz gidemeden senin dediğin doğru çıkar. Peki, bunu kabul eder mi? Tabii ki etmez! 

En sinirli olduğun anda kafanda milyon tane soru cevaplanmak için kendini parçalarken beyimiz karşında gayet rahat "ne var şimdi, ne rahatımı bozuyorsun, ne güzel belgesel izliyorduk" kıvamında suratına avaaal avaaal bakar.

"Neden böylesin sen, niye bu kadar rahatsın?" diye sorarsın. Aldığın cevap senin bir arpa boyu kadar bile ilerleyemediğini balyozla indirir kafana! 

"Nasıl olmam gerekir ki?", 
"Ortada bu kadar büyütelecek ne var ki?", 
"Sen herşeyi çok abartıyorsun", 
"Öff, tamam hallederiz."

Aslında mantıkları o kadar düzdür ki... Çetrefilli ve alengirli olan hiçbir şeyle uğraşmak istemezler. Onlara zor ve yorucu gelir. Hayatları boyunca hayatlarını devam ettiren (çalışmak hariç) herşeyleri önüne hazır geldiği için bu yol onlar için "şimdi iyi bir nefes almayan ölü taklidi yap" demekle aynı zorluktadır. Ve hiç işlerine gelmez.

Sonuç olarak kendimiz konuşur kendimiz dinleriz. Bazen devreleri yanar. Arada size "tamam, senin dediğin gibi yaparız." dedikleri anı kayda almak gerekir. Çünkü bir sonraki sefere bu söz en zor anında "valla ben yapmadım örtmenim" diyen çocukla aynı kıvamda bir psikoloji olduğu için unutulur gider ve tekrarlanır.

Hoş siz istediğiniz kadar kayda alın... Sizin onlara sunduğunuz tüm eleştirler bir kulaktan girip diğer kulaktan çıkma eylemini dahi gerçekleştirmeden havada imha oluverir. 

Özetle: boşa uğraşmayın demek isterdim ama ne yazık ki bu yalana kendim bile inanamıyorum.

Allah hepimize kolaylık ve sabır versin demekten kendimi alamıyorum.

Güzel hafta sonları :)

Gözde

16 Temmuz 2013 Salı

Deliysem Kendime, Manyaksam Yine Kendime, Öküzsem Kendime Değil, Sana!

Bu aralar serbest atış alanı konularında coştukça coşuyorum farkındayım! Demiştim ya çok farkındayım bu aralar diye :) Patlama yaşamam bundandır... Ama idare edin idare ;)

30'a üç var... Yolun yarısı mı bilemem ama ben kendimi nedense hala 18'li yaşlarımda gibi hissediyorum... Şimdi beni okuyan 40'lı, 50'li yaşlarda olanlar varsa "dünkü boksun, daha ne bu şimdiden ahkam kesmeler" diyebilir, normaldir, saygı duyarım! Ama benim de yaşımla, başımla, hayatla ilgili böbürlene böbürlene konuşmak için 60 yaşına gelmeye beklemeye niyetim yok, üzgünüm. :)


Evleneli tam olarak 1 sene, 1 ay olmuşken çocuk yapsam mı yapmasam mı diye düşünmelere dalmışken eski bir kaç anı beni üniversite yıllarıma geri döndürüverdi. 

Anılarımı kimle konuşuyordun derseniz, kocamla! :) Bizim eşimle arkadaşlığımız 10 sene olmuşta haberimiz yokmuş meğer... Sene 2003, İngilizce kursu... Ben üniversitenin ilk yılındayım, o ise ikinci... Daha ülke bu kadar içler acısı bir hale dönüşmemişti. Henüz 99 depreminin yaralarını sarmak ile meşguldük o sıralar... İstanbul Üniversitesinde Cuma günleri cami çıkışında olaylar tam anlamı ile yatışmamıştı. Okulun içinde yemekhanede yemek 75 kuruş'tan 1 TL'ye yükseldi diye protestolara katılıyor, sivil polislerle çata çat kavga ediyordum oysa... Ders notlarımı fotokopi alabilmek için 2 saat Yeşil Kafe'nin oradaki fotokopici de bekler, sonunda da araya kaynak yapanlarla kapışırdık daha o zaman. Fotoğraf kulubünde karanlık odada fotoğrafları yıkama dersi alırken ne de heyecanlıydım... 

Her girdiğim ders de her hoca ile mutlaka bir alıp veremediğim vardı... Kemal'le o zaman Beyazıt'da büyük kapının orada buluşur, Sultanahmet'de nargile içip birbirimize sevgililerimizden yakınırdık oysa...

Öf! Ne çabuk geçti 10 yıl! 

Şimdi nereden nereye varıcağımı söyliyeyim... Bunca şey geçti gitti de ne oldu... Ben yine aynı deli, ben yine aynı manyak... "Ben mi evleneceğim pehhh" diyordum o zaman! Evlendim! "Şimdi de ben mi çocuk doğuracam pehhh! Ben mi anne olacam la bu halimle, ben kendime zor bakıyorum" diyorum...

Bir de vardır ya... Lise biter etraftaki teyzeler, ablalar konuşur... "Eee hangi okul, hangi bölüm ayh falancaya giremedin mi tühh..." Sonra okul biter... "Nerede çalışıyorsun, ayh o şirketin de yolu uzakmış, ne yapıyorsun orada, daha iyi bir yer bulamadın mı, tühhh..." Sonra yaş gelir 25-26'ya... "Eee kızım ne zaman evlilik, yok mu bir kısmet, geç kalma daha fazla bak sonra armutun sapı üzümün çöpü olmaz öyle yavrum, ne o isteyen yok mu seni, tühh..." Sonra evlenirsin..."Çocuk düşünmüyormusunuz, ne zaman, yoksa olmuyor mu kız çocukk, tühh"

Yahu SA-NA-NE!

Sonra bir de herkes için var mı bu bilmiyorum ama benim için" hiç bir boku beceremez, deli dolu, suratsız, babasının kızı yaftası...

Teyzelerim, ablalarım, abilerim büyüdüm ben büyüdüm. 27,5 yaşında koskocaman bir kadın oldum... Okudum, işim gayet yerinde, koca da buldum, şükürler olsun. Allah'ın sevdiği kuluymuşum da dilinize düşürmedi beni. Eh bir çocuk var onu da yaparız inşallah... 

Deliyim, doluyum, az biraz manyak da olabilirim. Ama öküzlüğü yapıyorsam dön de bir kendine sor niye?

Size Montagine'nin Denemeler eserinden bir dörtlükle esen kalın diyorum ;)

“Zaten benim bir şeye dokunduğum yok: yalnız kendimle uğraşıyorum delilik ediyorsam, bundan zarar görecek başkası değil, benim; çünkü bu öyle bir delilik ki bende başlayıp bende bitiyor, hiçbir kötülüğe yol açmıyor.”

Gözde

Sen Hiç "Erkek Hastalıkları Hastanesi" Gördün Mü?

Gören, duyan veya bilen var mı allah rızası için söylesin???

Nedir bu kadınların çektiği arkadaş! Dünya tüm pis oyunlarını bizim üzerimize oynuyormuş gibi...

"KADIN HASTALIKLARI HASTANESİ"

Erkeklere soruyorum!?



Hayatınızın yarısına kadar her ay 1 hafta olmasa! "sinir krizi - çikolata krizi - şişlik krizi" yaşasanız? Ve bunu kızların eteklerinin altını görmek için türlü oyunlar yapmaya çalıştığınız bir yaşta yaşasanız?

Doğdunuz ilk günden bu yana hep ama hep bacaklarınızı iki yana en geniş pergel açısıyla açıp oturmanız size en büyük ayıp olarak öğretilse?

Otobüste - minibüste ve hatta yolda yürürken bile hep arkanızı kollamak zorunda kalsanız?

Ailenizle birlikte yaşarken dışarda eğlenmek veya kalmak için hep "ben Merve'lerde kalıcam, Zeynep'lerde ders çalışıcaz" yalanını söylemek zorunda kalsanız?

Bir insan dünyaya getirebilmenin sorumluluğunu 9 ay boyunca türlü türlü sıkıntılarla yaşasanız? 

Evlendikten hele bir de çocuk olduktan sonra o evin hem aşçısı, hem doktoru, hem temizlikçisi, hem ütüsücü, hem eğlencesi, hem misafir ağırlayanı vs. gibi bir sürü ama bir sürü şeyi olsanız?

Ama biliyorum sizin de derdiniz çok... Bir sünnet bir de askerlik anılarınız ile bir ömür boyunca tüm dost muhabbetlerinde açılır açılır kapanırsınız...

Sonuç olarak erkekler kendilerinin üzerlerindeki sorumluluklardan bahsederken insan gerçekten üzülmüyor değil... Yazık... Size özel bir hastaneniz bile yok.

Gözde










12 Temmuz 2013 Cuma

Çıkarlar Söz Konusu Olduğunda İdealler Ölür!

Bazen birçok şeyi bir anda söylemek istediğim zamanlar oluyor. Birbirinden alakasız bin tane konuyu arka arkaya sıralayasım geliyor. Tüm kızdığım, sevdiğim, sevindiğim, gıcık olduğum, olmadığım falan filan...


Garip bir his... Şimdi burada hepsini sıralasam eminim bu beni son okuyuşunuz olur!

Hepsi olmasa da bir demet sunayım da siz de bir allak bullak olun bakalım.

Ben bazen ciddi "ruh" hastasıyım... Ama "ruh'u" güzel olanların hastasıyım... 

Ben bazen laf sokmam! farkındayım, lafı özenle yerleştiririm.

Bazen de şunu düşünürüm... " Karar almak mı zor? Yoksa karar vermek mi?"

Post'un başlığına gelince... İnanın bu lafta beynimden geçen diğer birbirine değmeyen tilki kuyruklarından biri...

"Çıkarlar söz konusu olduğunda idealler ölür" lafı babamın çocukluğumdan beri bunu yapan insanlara kızdığında söylediği en baş laftı...

Ve öyle beynime yerleşmiş ki...
Çıkarı için konuşan birini görünce karşımda aklıma direk bu lafı suratına püskürtmek geliyor... Çünkü tüm ideolojik konuşmaların ve düşüncelerin yerini riyakarca ve sinsice bir gülüşün sonrasında söylenen pervasızca cümleler alıyor ki "bırrrrrrrrrrrrr" beynimi donduruyorlar!

Bazen de " Dikkat edin de maskeniz yüzünüze batmasın" demek istiyorum mesela...

Ve bazen böyle "dur bakiyim ne güzel çıkmışsın (hayatımdan) demek istiyorum birçok kişiye...

Sonra birden Merkür'ün geri gittiği aklıma geliyor...

Yani anlayacağınız bu aralar "bağzı" şeylerden, "bağzı" insanlardan, "bağzı" olan bitenlerden çok sıkılıyorum, bazen de "ohh bea, dünya varmış" diyorum... 

Bir tek ben mi çok zekiyim ne?

Yoksa herkes mi akıllı aptal?

Bu da karar vermek mi yoksa karar almak mı gibi bir soru işte...

Gözde

8 Temmuz 2013 Pazartesi

Bazı İnsanlar, Bazen İnsanlar!

Çoook uzun zaman oldu yazmayalı. Bu süreç içerisinde ülkemizin içinde bulunduğu kritik ve zor günler yüzündendi bu kadar ara... En çapulcu halimizle direnmeye devam ediyoruz. Ama hayatımızı da bir yandan devam ettirmeyi öğrendik bu süreçte. İlk 20 gün kitlendim, ama yavaş yavaş bu sürecin uzun ve meşakatli bir süreç olduğunu ve herkesin son derece soğukkanlı olması gerektiğini anladığım için artık direnişimize ve mücadelemize kaldığımız yerden ama hayatın tüm bileşenleri ile devam etmeye karar verdim.


Bu uzun zaman içerisinde neler yaptığım ile ilgili bir post olmayacak bu. Çünkü bol bol çapulculuk yaptım diyebilirim :) Çapulcu olduğumu öğrendiğim andan itibaren ise etrafımda daha önce adını koyamadığım arkadaşlarımın, eşimin, dostumunda asıl adlarını ve kafalarının içlerindeki gerçekleri görmek beni ayrı bir mutlu etti.

Sonuç olarak; bol öğrenmeli, anlamalı, eğitimli ve eylemli bir Haziran ayı geçirdim diyebilirim.

Gelelim bugünlere... Ülkedeki hareketlilik ve farkındalık süreci sanırım insanların hayatında da etkili oluyor diye düşünüyorum. Ciddi bir farkındalık yaşıyorum son 1, 5 aydır, her anlamda... Sadece vatan, millet, siyaset anlamında değil!

Astrologlar ve kahinler demişti de "amaaann, her seneki martavallar" diye geçiştirmiştim. Ama bu olanlar beni bir kez daha bu gök bilimine ve 6. his olaylarına daha da çok inandırdı :)

Dünya, ülken ve hayatın ile ilgili herkesin büyük bir değişim yaşayacağını, farkındalıkların her anlamda artacağını üstüne basa basa söylemişlerdi. Nitekim de öyle oluyor.

Artık bende etrafımdaki uzak veya yakın her insanın benim için gerçekte neler düşündüğünü anlayabiliyorum. Herşeye ve herkese karşı olan farkındalığım en tavan noktasında. 

Artık daha az sinirlenip, daha çok gülebiliyorum olanlara :) Sanırım ÇAPULCU olmak böyle birşey :) Ya da büyümek, bilemiyorum!

İnsanların istedikleri zaman nasıl da dansöz gibi kıvırdıklarını, işlerine geldiği gibi konuştuklarını, canları istediğinde nasıl da gözünün içine baka baka ve gözlerini kaydıra kaydıra, ağızlarını yaya yaya hadsizleşebildiğini, en yakınlarının dahi kendilerini görmeden ve hayatlarını sorgulamadan nasıl da sana saldırabildiğini, güven ve sadakat konusunun nasıl da incecik bir pamuk ipliğine bağlı olduğunu, bugüne kadar görmezden gelip sustuğun insanların kendi yaptıklarını ve hatalarını yok sayıp nasıl da çirkinleşebildiklerini, ummadığın insanların can, umduklarının ise nasıl da şeytan olabileceklerini, samimiyet duygusunun nasıl da ayaklar altına alındığını, bir insanın en çok nasıl seviyesizleşebildiğini, olaylar karşısında kendisi ile alakası olmayan olaylarda insanların nasıl da futursuz ve "ahlaksızca" konuşabildiklerini, maddiyatın her şeyin önüne geçebildiğini, hatta "insan" olabilemek için saygının ve kan bağının bile yeterli olmadığını, insanların birbirlerini nasıl bir kalemde "harcadığını ve silebildiğini" öğrendim...

Tüm bunların yanında da insanların bunca şeyi yapıp kendilerini  nasıl da akça pakça, dürüst, iyilikten göklere uçacak kadar melek gördüklerine, ufuklarının çooook geniş olduğuna inandıklarına, onların herkesten ama herkesten daha çok mantıklı olduklarına, bir tek kendilerini haklı gördüklerine, çok ama çok herkesten daha çok empati kurduklarını sandıklarına, tek zorluğu kendilerinin yaşadıklarını düşündüklerine, tek onların fedakarlık gösterip bize karşı susup erdemli olduklarına inandıklarına, hatta sadece ve sadece onların fedakarlık yaptıklarına, bu dünyada yaşadıkları her zorluğa rağmen bizden çok daha erdemli olabildiklerini iddia edenlere de şahit oldum ve olduk...

İnsanlar hep kendilerinin en mükemmel, sorunsuz ve hatasız olduğunu kabul edip bir gün de kendilerine çuvaldızı batırdıkları an tüm kavgalar, çekişmeler ve hatta savaşlar bile sona erecek kimse bunun farkında değil. Bu tüm dünyayı, insanları ve benim tanıdıklarımı ele geçirmiş olan pislik "kibir" duygusu bu dünyanın ve insanlığın sonunu getirecek diye korkuyorum.

Ne zaman ki yukarda sıraladıklarımı kendi içimizde hazmedip "en doğru benim!" mantığından uzaklaşır ve karşımızdakini anlamaya çalışır ve "isteseydin yapardın veya "o, şu, bu zaman neredeydin, o zaman konuşsaydın" klişesinden kurtulursak o zaman gerçek insan ve gerçek "mübin" olabiliriz. 

Yoksa kim ne derse desin! 5 vakit Allah'a secde ederek (secde ettiğini düşünerek), senede 30 gün oruç tutarak cennete kombine alacağını garanti sananların vay haline, vay haline...

Önce beyninizdeki kötülükleri silin, vicdanınızın sesine kulak verip ona secde edin ve bence Ramazan'dan önce fesatlık, hilekarlık, yalancılık, iki yüzlülük, dengesizlik, hadsizlik, terbiyesizlik, kibirlilik ve kötülük orucunuzu tutun...

Ne zaman ki bunları yaptınız, lütfen o zaman irtibata geçelim... Onun haricinde zira bu işin boku çıktı... Sizin ve dünyanın "kibir" temposuna ayak uyduramıyorum. 

Yolunuza yalnız devam etmeye hazır olun...

Gözde







Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...