Karşımda Bozcaada, solumda balık tutan amcalar, sağımda
çılgınlar gibi denizde eğlenen insanlar… Tam olarak bu pozisyondan yazıyorum bu
postumu ;) Buralarda internet oldukça sıkıntılı… Modem’in 3g’si full
çekiyor gözükse de bağlantı insanı kanser eden türden…
Tatil yolculuğumuz sabahın saat 6’sından öğlen saat 14:00
sularına kadar devam etti. Millet bu yolu 3 saatte gelir biz 8 saatte
durulabilecek hatta durulamayacak yerlerde bile durarak yine her zaman ki gibi
bir rekor kırdık…
Anneannemin evi bana hep sonsuz huzur vermiştir… Ege’nin
denize kıyı bir kasabasının evinde olması gereken ne varsa bu evde fazlasıyla
mevcut… Taş müstakil bahçe içinde içi oldukça büyük bahçesi ise şirin mi şirin…
Anneannem eskisi gibi olmadığı için çok bakımlı olmadığını söylese de bana her
geldiğimde bu bahçe gözüme daha da bir sevimli gözükür…Anneannemin bahçesinden bazı enstantaneler ise şöyle...
Buranın düğün yemekleri meşhurdur… Anneannem ve teyzem bizi kolumuzdan tuttukları gibi evin arkasındaki anneannemin yakın komşusunun düğün yemeğine götürdüler… Düğün yemeklerinde menü elbette çok zengindir… Çorba, kızartma, pilav, patates yemeği, nohut, patlıcan oturtma, helva ve tabii ki bir vazgeçilmez olan keşkek!
Hepsini güzelce mideye indirdikten sonra ben 2 saat derin
bir uyku çekmişim... Bereketinizle geldiniz diyen anneannem akşam da her sene 1
Eylül’de kurulan panayıra gitmemizi önerdi bize :) Her sene Temmuz aylarında geldiğimiz için ben en son
buradaki panayıra çocukken gittiğimi hatırlıyorum. Bir gittik aman allahım tüm
kasaba hatta çevre köy ve kasabalar orada…
Büyük bir lunapark, envai çeşit yiyecek, içecek, giyecek… Dolu, dolu, dolu… Ama benim en çok ilgimi çekenler bakırcılar oldu tabii ki… İnek ve keçi çanlarının çeşitliliğine ise bayıldım...
Buradaki insanlar ve sosyal hayat bizim İstanbul’da alıştığımızdan çok ama çok
farklı… Herkes bir kere çok neşeli, çok meraklı, çok cana yakın, çok doğal ve
sade…
O geceyi öyle geçirdikten sonra ertesi gün buranın cennet
bir köşesi olan Kaz Dağı'ndaki Ayazma denen kusursuz güzellikteki mesire yerine
mangal yakmaya gidelim dedik… Günlerden Pazar olunca denizin çok kalabalık
olduğunu düşünerek deniz keyfinden vazgeçtik… Ve açıkçası bol yeşillik ve
oksijen olayı daha çok işime geldi…
Ayazma denen yer Bayramiç’in Evciler köyünden çıkışta bir
sürü meyve ağaçlarının arasından geçerek yeşilliğin tavan yaptığı cennetten bir
köşe… Dağdan akan buz gibi suların üzerinde yüzyıllık çınar ağaçlarının altında
mangal keyfi tarif edilemez yaşanır…
Ayrıca burası Ata Demirer’in Eyvah Eyvah’daki
doktoru hesaba çekmek için götürdükleri piknik sahnesinde görülen yer olduğu
için popüleritesi oldukça artmış. Yer bulabilmek için baya bir zorlandık ama
sonunda harika bir yer bulduk.
Bol oksijenden de günün sonunda hepimiz ağzımız açık
gözlerimiz kapalı bir şekilde yollara düştük diyebilirim…
Dönüşte giderken gözümüze kestirdiğimiz tüm meyve ağaçlarının yanında durarak göz hakkının suyunu çıkartmış halde tipik bir İstanbul’lu gibi her gördüğümüz meyveye saldırdık :)
Yaban mersinleri, elmalar, üzümler, armutlar, ısırgan
otları, böğürtlenler… Kısacası bir cennet bahçesinin içine dalmış gibi
hissediyorsun kendini… Göz hakkı filan umrunda olmuyor hani!
Dönüşte birde bu
sevimli keçilerle karşılaştık. Normalde hepsi insan görünce kaçarlar bunların
hepsi pek insancıldı. Hele bir tanesi fotoğraf çekmeye çalışırken yanımıza
kadar gelip bize aynen böyle bir poz bile verdi;)
Kaç gün daha devam eder bu hevesle
bilemiyorum. Ya balık hikayesi dinliyoruz ya da denizde şnorkel ile dipte
gördüğü deniz canlılarından bahsediyor. Kafayı sıyırmak üzere… Adam 30 yaşında
emekli hayatı yaşıyor kendi başına… Hayranım enerjisine…
İşte, dünkü bu yorucu etkinlikten sonra bugün denizin
kenarında keyif yapma fikri kaçınılmazdı elbette. Ve şuan tam olarak bu manzara
eşliğinde sizlere bu postu yazıyorum. Eylül ayı olmasından buralara bir
sakinlik çökmüş ki ballı kaymak misali sormayın…Kemal şnorkeli ile Recep İvedik kıvamında denizdeyken bende
onun dedikodusunu yapiyim dedim birazcık :)
Şimdilik tatil hikâyemiz böyle devam ediyor. Açıkçası
balayında gittiğimiz Bodrum – Alaçatı seyahatinden daha keyifliyim şuan… Bu
sakinlikte kafa dinlemek İstanbul’un o karmaşıklığından uzakta olmak insanı
dinginleştiriyor. Resmen olgunlaşıyorum buralara geldiğimde… İstanbul’da bir
ergen çocuk gibi sağa sola saldırırken burada relaxxxxx olma halinin keyfini
anlatamam…
Yarın Assos, diğer gün Küçükkuyu, sonra Bozcaada derken
kısacası tatil bitsin hiç istemiyorum… Ama her güzel şey gibi bitecek lafı bana
hep çok saçma ve yalan gelse de şuanki durumuma uygun olduğunu düşündüğüm için
bende keyfini çıkartmaya çalışıyorum…
Deniz, kum, güneş ve bol yeşilliğin içinden sizlere selam
ederim, görüşmek üzere der kızgın kumlardan serin sulara doğru denize girmeye
giderim… ;)
1 yorum:
resmen imrendim...beni de alırmısınız yanınıza :):)
Yorum Gönder