3 Eylül 2012 Pazartesi

Size Ege’den Bildiriyorum!



Karşımda Bozcaada, solumda balık tutan amcalar, sağımda çılgınlar gibi denizde eğlenen insanlar… Tam olarak bu pozisyondan yazıyorum bu postumu ;) Buralarda internet oldukça sıkıntılı… Modem’in 3g’si full çekiyor gözükse de bağlantı insanı kanser eden türden…


Tatil yolculuğumuz sabahın saat 6’sından öğlen saat 14:00 sularına kadar devam etti. Millet bu yolu 3 saatte gelir biz 8 saatte durulabilecek hatta durulamayacak yerlerde bile durarak yine her zaman ki gibi bir rekor kırdık…

Anneannemin evi bana hep sonsuz huzur vermiştir… Ege’nin denize kıyı bir kasabasının evinde olması gereken ne varsa bu evde fazlasıyla mevcut… Taş müstakil bahçe içinde içi oldukça büyük bahçesi ise şirin mi şirin…


Anneannem eskisi gibi olmadığı için çok bakımlı olmadığını söylese de bana her geldiğimde bu bahçe gözüme daha da bir sevimli gözükür…Anneannemin bahçesinden bazı enstantaneler ise şöyle...





 Buranın düğün yemekleri meşhurdur… Anneannem ve teyzem bizi kolumuzdan tuttukları gibi evin arkasındaki anneannemin yakın komşusunun düğün yemeğine götürdüler… Düğün yemeklerinde menü elbette çok zengindir… Çorba, kızartma, pilav, patates yemeği, nohut, patlıcan oturtma, helva ve tabii ki bir vazgeçilmez olan keşkek!

Hepsini güzelce mideye indirdikten sonra ben 2 saat derin bir uyku çekmişim... Bereketinizle geldiniz diyen anneannem akşam da her sene 1 Eylül’de kurulan panayıra gitmemizi önerdi bize :) Her sene Temmuz aylarında geldiğimiz için ben en son buradaki panayıra çocukken gittiğimi hatırlıyorum. Bir gittik aman allahım tüm kasaba hatta çevre köy ve kasabalar orada… 


Büyük bir lunapark, envai çeşit yiyecek, içecek, giyecek… Dolu, dolu, dolu… Ama benim en çok ilgimi çekenler bakırcılar oldu tabii ki… İnek ve keçi çanlarının çeşitliliğine ise bayıldım...


Buradaki insanlar ve sosyal hayat bizim İstanbul’da alıştığımızdan çok ama çok farklı… Herkes bir kere çok neşeli, çok meraklı, çok cana yakın, çok doğal ve sade… 


O geceyi öyle geçirdikten sonra ertesi gün buranın cennet bir köşesi olan Kaz Dağı'ndaki Ayazma denen kusursuz güzellikteki mesire yerine mangal yakmaya gidelim dedik… Günlerden Pazar olunca denizin çok kalabalık olduğunu düşünerek deniz keyfinden vazgeçtik… Ve açıkçası bol yeşillik ve oksijen olayı daha çok işime geldi…

 
Ayazma denen yer Bayramiç’in Evciler köyünden çıkışta bir sürü meyve ağaçlarının arasından geçerek yeşilliğin tavan yaptığı cennetten bir köşe… Dağdan akan buz gibi suların üzerinde yüzyıllık çınar ağaçlarının altında mangal keyfi tarif edilemez yaşanır… 

 
Ayrıca burası Ata Demirer’in Eyvah Eyvah’daki doktoru hesaba çekmek için götürdükleri piknik sahnesinde görülen yer olduğu için popüleritesi oldukça artmış. Yer bulabilmek için baya bir zorlandık ama sonunda harika bir yer bulduk. 


Bol oksijenden de günün sonunda hepimiz ağzımız açık gözlerimiz kapalı bir şekilde yollara düştük diyebilirim…

Dönüşte giderken gözümüze kestirdiğimiz tüm meyve ağaçlarının yanında durarak göz hakkının suyunu çıkartmış halde tipik bir İstanbul’lu gibi her gördüğümüz meyveye saldırdık :)


Yaban mersinleri, elmalar, üzümler, armutlar, ısırgan otları, böğürtlenler… Kısacası bir cennet bahçesinin içine dalmış gibi hissediyorsun kendini… Göz hakkı filan umrunda olmuyor hani!


Dönüşte birde bu sevimli keçilerle karşılaştık. Normalde hepsi insan görünce kaçarlar bunların hepsi pek insancıldı. Hele bir tanesi fotoğraf çekmeye çalışırken yanımıza kadar gelip bize aynen böyle bir poz bile verdi;)


Bu arada geldiğimizden beri Kemal’in balık tutma sevdası şuan için sadece tuttuğu bu tek kırlangıç balığı ile sınırlı :) Her gün büyük bir azimle sabahın 5’inde kalkıp gidip gidip balık yok denizde diyerek söylene söylene geliyor.


Kaç gün daha devam eder bu hevesle bilemiyorum. Ya balık hikayesi dinliyoruz ya da denizde şnorkel ile dipte gördüğü deniz canlılarından bahsediyor. Kafayı sıyırmak üzere… Adam 30 yaşında emekli hayatı yaşıyor kendi başına… Hayranım enerjisine…

İşte, dünkü bu yorucu etkinlikten sonra bugün denizin kenarında keyif yapma fikri kaçınılmazdı elbette. Ve şuan tam olarak bu manzara eşliğinde sizlere bu postu yazıyorum. Eylül ayı olmasından buralara bir sakinlik çökmüş ki ballı kaymak misali sormayın…Kemal şnorkeli ile Recep İvedik kıvamında denizdeyken bende onun dedikodusunu yapiyim dedim birazcık :)

Şimdilik tatil hikâyemiz böyle devam ediyor. Açıkçası balayında gittiğimiz Bodrum – Alaçatı seyahatinden daha keyifliyim şuan… Bu sakinlikte kafa dinlemek İstanbul’un o karmaşıklığından uzakta olmak insanı dinginleştiriyor. Resmen olgunlaşıyorum buralara geldiğimde… İstanbul’da bir ergen çocuk gibi sağa sola saldırırken burada relaxxxxx olma halinin keyfini anlatamam…

Yarın Assos, diğer gün Küçükkuyu, sonra Bozcaada derken kısacası tatil bitsin hiç istemiyorum… Ama her güzel şey gibi bitecek lafı bana hep çok saçma ve yalan gelse de şuanki durumuma uygun olduğunu düşündüğüm için bende keyfini çıkartmaya çalışıyorum…

Deniz, kum, güneş ve bol yeşilliğin içinden sizlere selam ederim, görüşmek üzere der kızgın kumlardan serin sulara doğru denize girmeye giderim…  ;)

1 yorum:

serap denk dedi ki...

resmen imrendim...beni de alırmısınız yanınıza :):)

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...